30 Ocak 2018 Salı

Osmanlıda Adalet ve Cezalar

Pedro, Osmanlı adaletinden, kendi ülkesiyle kıyaslayarak, övgüyle söz eder, bazı örnekler verir. Çevre temizliği ve düzenine çok önem veren Sadrazam Sinan Paşa, kimliğini gizleyecek biçimde giysilerini değiştirerek sık sık halkın arasında gezinir, evlerinin önünü, sokaklarını temiz tutmayanları, ister ev kadını olsun, ister köle olsun dayakla cezalandırır. 

Paşa bu gezmelerinden birisinde üstü başı kirli, yırtık bir adam görür, adamı saraya getirtir. Adama evine, çoluk çocuğuna bakıp bakmadığını sorar, sonra da karısını getirtir, ona da aynı soruyu sorar. Kadın adamın evine çok güzel baktığını, hiçbir şeyi eksik etmediğini söyleyince bu kez de onu falakaya yatırır. Çoluğuna çocuğuna gül gibi bakan bu adamı ortalıkta kirli giysilerle dolaştıran kadına yüz sopa atarlar. 

Pedro, Osmanlı hukuk uygulamalarını kendi ülkesindeki uygulamalarla kıyaslayarak övgüyle söz eder. Osmanlılarda hukuksal kararların hiç uzatılmadan, çoğu kez bir tek celsede alındığını, kendi ülkesindeki gibi yüksek paralar karşılığında uzatılmadığını anlatır.

Genç bir adam, Rüstem Paşa ’ya, iki adamı yargıç önünde kendisi aleyhine yalancı şahitlik yaptıkları iddiasıyla şikâyet etti. Konu kendisine miras yoluyla kalan malla ilgiliydi. Paşa adamların gerçekten yalan söylediklerini anladığında ikisinin de eşeklere ters bindirilip başlarına hayvan bağırsakları bağlanarak tüm kent boyunca dolaştırılmalarını buyurdu. 

Daha sonra ayaklarından zincirlenip kadırgalara yollandılar. Genç adam ise zengin olmuştu. Dernschwam, diğer yalancı tanıkların da aynı biçimde cezalandırıldıklarına tanık olmuş. Kiminin sakallarına kına yakıldığı da oluyormuş.

Hafif suçlar, falakaya yıkılarak ya da sırta veya karına değnekle vurularak dayakla cezalandırılırdı. Hırsızlığın cezasıysa asılarak ölümdü. Dinine ihanet eden bir Müslüman’la Müslümanlık aleyhine konuşan bir Hıristiyan’ ın cezası yakılarak öldürülmekti. Hainler çeşitli işkencelerle cezalandırılır, devlet adamlarıysa boğularak öldürülürdü.

Bunların yanı sıra, kazığa geçirilmek gibi başka dehşet verici cezalar da vardı. Bu durumda, iki buçuk metre boyunda bir ucu sivriltilmiş kazık, geçirileceği yere kadar suçlunun sırtında kendisine taşıttırılır, burada sivri yerinden adamın içinden geçirilerek yere çakılır, adam bu biçimde ölmeden önce bazen kazığa çakılı kalarak, bazen de günlerce acı çekerdi. 

Bir başka ölüm cezası da, suçluyu belinden bir halat veya zincire bağlayarak, yüksek bir yerden demirden bir kancanın üzerine doğru rasgele atmaktı. Adamın şansı varsa, yüksekten fırlatılınca kancaya takılmadan düşüp bir an önce ölür; yoksa, kancaya takılarak orada günlerce ölümü beklerdi. Bu durumda, yiyecek ve su vermek, yardım etmek, kurtarmak da aynı biçimde cezalandırılacağı için kimse bunlara yanaşmaya cesaret edemezdi. 

Adam öldürenler bu şiddetli cezalarla cezalandırıldığı gibi, bazı vâliler de bu çeşit cezalara çarptırılabilirdi. Başka bir ölüm cezası da derisi yüzülerek öldürülmekti. Magosa (Famagusta) kentinin Venedikli vâlisi Bragadino, kenti, kendisine ve askerlerine dokunulmayacağına dair söz verilmesine karşın, teslim ettiğinde bu biçimde cezalandırılmıştı.

Viyana I ’de kazığa ve kancaya geçirmenin resimleri de vardı, ancak bunları çok zalimce bularak buraya almadık.

Zina için verilen cezaysa kadına ve erkeğe ayrı biçimde uygulanır: Erkek birkaç ay hapis yattıktan sonra para cezası ödeyerek çıkar, kadın ise, başına bir öküzün iç organları dolandıktan sonra at sırtında sokak sokak dolaştırılarak, çevredekiler tarafından taşlanır, kırbaçlanırdı. 

Müslüman kadın, Hıristiyan erkekle zina yaparsa, her ikisinin de cezası ölümdü. Bu durumda, erkeği ancak Müslümanlığı kabul etmek kurtarabilirdi. Ama yine de bu çeşit bir suç olağandışı sayılmazdı.

Oysa, Müslüman bir erkek Hıristiyan kadınla yakalanırsa ona ölüm cezası verilmezdi. Bu durumda, başına bir öküzün iç organları dolanarak bir eşeğe ters bindirilip sokaklarda dolaştırılırdı. Hıristiyan bir erkekle Hıristiyan bir kadın uygunsuz durumda yakalanırsa bunun cezası yalnızca para cezasıydı. 

Adları kadıda ya da Sobassa ’da (Subaşı) kayıtlı bulunan hayat kadınlarıysa, dinsel bayramlar dışında Yeniçerilere ve isteyen erkeklere hizmet ederlerdi. Moryson, bayramlara rastlayan günlerde cinsel temasta bulundukları için, pek çok hayat kadınının diri diri çuvallara kapatılıp çuvalın ağzı dikildikten sonra Boğaz ’ın sularına atılarak boğulduğunu yazar.

Pedro, Osmanlı mahkemelerinde verilen cezalardan da söz eder. Örneğin, yalancı tanıklık yapanlar, yüzleri çeşitli renklerle boyandıktan sonra eşeğe ters bindirilir, eşeğin kuyruğunu tutarak sokaklarda gezdirilir. Sokaktakiler yumurta, portakal kabuğu vb. atarak onunla eğlenir, aşağılarlar. 

Yalancı tanık bundan sonra cezaevine konur, burada bedeninde yaşam boyu kalacak dövmeler yapılır, böylece bir kez daha tanıklık yapamaz. Borcunu ödemeyenler ise borçlarını ödeyinceye kadar boyunlarına demirden halka takılarak cezalandırılırdı. 

Hile yapan, sattıkları malı bilerek eksik tartan satıcılar önce falakaya yatırılarak dövülür, sonra da başına tilki kuyruğu geçirilerek sokaklarda gezdirilirdi.
Tüm Türkler cezalara olağanüstü bir cesaretle katlanıyorlardı. Kimi kez baldır, kalça ve ayaklara sopa vurulurken kalın sopaların kırıldığı bile olurdu. 

Bu dayak işlemi sonucunda dövülenin etleri öylesine ezilirdi ki tedaviye başlamadan önce kesilmesi gerekirdi. Daha sonra dayak yiyen, kendisini dövdüren görevlinin elini öperek teşekkür ederdi ve sopa sayısı kadar belirlenmiş bir para öderdi. Türklerin inanışına göre bedenin dövülen bu kısımları öteki dünyada acı çekmeyecekti.

Dernschwam falakaya tanık olmuş: Dayak yiyecek olanın ayakları uzun bir tahtaya ayrı ayrı bağlanırdı. Sonra bu tahta yukarı kaldırılırdı. Daha sonra iki adam sopanın iki ucuna geçer, adamın ayaklarına kimi kez yüz, kimi kez üç yüz sopa vururlardı. Bu çok ağır bir cezaydı. Böylesine dayak yiyenler tüm yaşamları boyunca sakat kalabilirlerdi. Türkler için dayak yemek, ekmek yemek kadar doğaldı. Bu nedenle Türkler herhangi bir otoriteye karşı söz dinlerler ve cezalandırılmaktan korkarlardı.

13 Mart 1554 ’te Sinan Paşa bir Macar ya da Hırvat ’ın çarmıha gerilmesini emretmişti. Adam ellerinden çivilendi, ayakları da bir tahtaya bağlandı. Olay Galata ’da oldu. Adam orada tüm gün asılı kaldı. 24 Şubat ’ta, bu esir diğerleriyle, kayıkla Sultan’ın yaptırdığı câmiye taş taşıyordu. Denizde esirler Türk gardiyanları öldürüp kaçmayı denediler, ancak daha sonra yakalandılar.

Aynı Sinan Paşa zorla sünnet ettirilip Müslüman yapılan bir Rum esiri yakılmaya mahkûm etmiş. Suçu, Müslümanlığı kabul etmesine karşın vaftiz edildiği Hıristiyan dinini savunmasıydı. Cezanın infaz edileceği gün Paşa, Rum esire 200 florin vermeyi önerdi. Karşılığında esir İslâm dinini kendi rızasıyla kabul edecekti, ama esir Hıristiyan kalmakta direndi.

Satıcılar yanlış tartı kullandıklarında başlarında suçlarını belirten bir yazı ile kent içinde dolaştırılırlardı. Boyunlarında da küçük zillerden oluşan ağır bir halka asılı olurdu. Ayrıca ceza verilen suçunu da bağırarak itiraf ederdi.

Sanderson, cezalar üzerine şöyle yazıyor: Yalan yere yemin edenler başlarında ve üstlerinde öküz bağırsakları olduğu halde, eşeğe ters bindirilirler ve bu halde kent sokaklarında dolaştırılırlardı. Ancak oruç ayı Ramazan ’da içkili bulunanlara verilen ceza daha büyüktü. Bir kepçe kurşun eritilir, suçlunun boğazından aşağıya dökülürdü. 

Sultan’ın evinde (Saray’da) Bostancıbaşı ‘nın önemli bir yeri vardı. Emrinde binlerce Acemioğlan olurdu. Birçok görevinin (ki cellatlık bunlara dahildi), yanı sıra Sultan’ın saltanat kayığından da sorumluydu. Sultan gezerken dümeni o kullanırdı.

Hırsızlık suçundan yakalananlar göbeğine, arkasına, tabanlarına üç yüz sopaya varan cezayla cezalandırılıyorlardı. Cezalandırılan zengin biri Yahudi, Rum ya da Türkse her bir sopa için de 1 akçe ödemek zorundaydı.

Gerlach ’ın yazdığına göre 1575 Mart ayında tüm Türklerin şarap içmeleri yasaklandı. Kadı, içerken yakalananları 60-70 sopaya mahkûm ediyordu. Şarap satan da cezalandırılıyordu. Ramazan sırasında içki içmek kesinlikle yasaktı. Ocak 1576 ’da, Ramazan ’dan sonra, Ulefeger Ağa adında bir genç Yedikule ’ye hapsedilmişti. İçki içip sarhoş olduktan sonra bir Yeniçeri’yi yaralamıştı.

Gerlach ’a göre verilen cezalar çok ağırdı. Hırsızlık yapan ya da cinayet işleyenin dövülmenin yanı sıra tırnaklarına, büyük madeni çiviler sokuluyordu. Bir başka ceza da suçlunun bedeninin muslin bir kumaşla sıkıca sarılması, sonra üzerine su dökülüp kan akıncaya kadar kumaşın sıkılmasıydı.

Gerlach ’ın tarif ettiği cezaların kimine inanmak çok zordu. Örneğin, bir kadın ceza olarak çıplak vaziyette bir çuvala konmuş, çuvalın içine aç bir fare atılmış ve çuvalın ağzı sıkıca kapatılmış ve aç fare de kadını yiyip bitirmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder