Dünyaca ünlü bir adalet sistemine sahip olan ve 693 yıl -dağılma
dönemi hariç diyebiliriz- bu sistemi en iyi şekilde uygulayan Osmanlı
devletinden başkası olamaz. Osmanlının adalet terazisi çok hassastır ve oldukça
güçlü temeller üzerine kurulmuştur. 693 yıl içinde devletin en üst kademsindeki
kişi ile halk her zaman eşit haklara sahip olmuştur ve gerektiğinde eşit
şartlarda yargılanmışlardır
Bu adalet sistemini anlatırken bu sistemin öğelerinden ve
işleyişlerinden bahsetmek gerekir. Osmanlı devletinde hukuk, Şer’i hukuk (İslam
hukuku=fıkıh) ve Örfi hukuk olmak üzere iki temele dayanmaktadır.
Örfi hukukun
kaynaklarını Türk gelenek ve göreneklerine göre oluşturulmuş kurallar ve şer’i
hukuka aykırı olmayan padişah buyrukları oluşturuyordu. Örfi hukukun bir araya
getirilmiş adına Kanunname deniyordu.
Osmanlı devletinde bilinen ilk kanunname
Fatih Sultan Mehmet’in Kanunname-i Ali Osman’ıdır. Osmanlı devletinde batılı
anlamda ilk yayınlanan ana yasa ise II. Abdülhamit döneminde ilan edilen “Temel
Kanun” anlamına gelen Kânûn-i Esâsî’dir (1876).
Osmanlı devletinde hukuk ve
adalet denince en yetkili kişi olarak kazaskerler gelir. Kazasker kelimesi
“kadı” ve “asker” kelimesinin birleşimden oluşmaktadır. Kazaskerlik ilmiye
kıyafeti olup Osmanlı devlet yapısında idari bir görevdir.
Kazasker’in
görevleri; kadı, müderris ve din görevlisi atamalarını gerçekleştirir. Kadı
kararlarına itiraz kazaskerliğe yapılırdı yani kazaskerlerin kadı kararlarını
bozma ve yeni kararlar oluşturma gibi yetkilere sahiplerdi. Kazaskerler Divan-ı
Hümayun’un tabiî azasıydı. Şeyhülislamlar divanda bulununcaya kadar divandaki
şer’i meseleler, Kazaskerler tarafından idare edilirdi. Kazaskerlik 1480 yılına
kadar Anadolu Kazaskeriliği olarak tek merkezdeydi bu yıldan sonra Rumeli
Kazaskeri ve Anadolu Kazaskeri olarak ikiye ayrıldı ve rütbe olarak Rumeli
Kazaskeri, Anadolu Kazaskerinden üstündü.
Yavuz Sultan Selim’in İran seferinden
sonra merkezi Diyarbakır olan üçüncü bir Kazaskerlik oluşturularak doğu
eyaletlerinin kontrolü sağlanmak istenmiş fakat bu üçüncü Kazaskerlik sonradan
kaldırılmıştır.
Yargı işlerinde Kazaskerden sonra Kadı gelir. Tüm İslam
devletlerinde gördüğümüz bir makam olan Kadılık makamı da Osmanlı devletinin ilk
yıllarından itibaren görülmektedir. Kadı yargı işlerine bakan görevliye verilen
unvandır.
Kadılar Kazasker veya Şeyhülislam tarafından Padişah’a arz edilir
Padişah beratı ile atanırlardı. Kadılar hakkında detaylı bilgileri Osmanlı
arşivlerinden öğrenebiliriz.
Ayrıca Kadıların görevli oldukları yerlerde
tuttukları Şer’iye sicillerinden de Kadılar hakkında kişisel şeyler öğrenmekle
birlikte görevlendirildiği toplum ve Kadının görevleri hakkında bilgiler
alabiliriz. Kadılar bulundukları bölgenin şer’i mahkemede davalara bakarlar (bu
davalarda kadı her zaman tek başına karar vermez bulunduğu bölgenin ileri
gelenlerinden tanınmışlarından oluşan heyetinde fikrini alır).
Aynı zamanda
diğer görevleri; bölgedeki vakıfları denetleme, belediye başkanlığı yapma,
beylerbeyini denetleyerek bölgeye tam hâkim olmasını engellerler (bu Osmanlı
devletinin merkeziyetçi bir yapısı olduğunu gösterir), anlaşmalara şahitlik
ederek noter görevi üslenir, görevliler hakkında payitaht’a rapor yazarlar,
merkezden gelen emirleri duyururlar.
Ayrıca Kadının direkt padişahın kendisiyle
yazışma yetkisi de bulunmaktadır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre Kadıların
bulundukları bölgeye alışıp kayırma ve rüşvet işlerinin önün açılmasını önlemek
için görev süreleri sınırlı tutulmuştur bu görev süresi İsmail Hakkı Uzunçarşılı
tarafından 20 ay olarak gösterilse de Mustafa Akdağ bir yıl müddet-i örfî, bir
yıl da uzatmalı olarak toplam iki yıl olduğunu söylemektedir.
Kadıların görev
süresinin Kadıdan Kadıya farklılık gösterdiği söylenebilir. En doğru kararları
vermek ve kimsenin hakkını kimsede bırakmamakla görevli olan kadılar şer’i hukuk
ve örfi hukuk’un gereklerini yerine getirmeye çalışmışlardır. Bununla ilgili
belki de en güzel örnek Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde
bulunmaktadır.
Bu hikâye Seyahatname de şöyle geçer: Fatih Sultan Mehmet
İstanbul’u fetheden padişah yalnızca şehrin imarı ile uğraşmadı. Şehrin ilk
kadısı olarak Bursa Müderrisi Hızır Bey’i şehrin ilk Kadısı olarak atadı ve
geçimlik olarak şimdiki Kadıköy’ü verdi (Kadıköy ismi de buradan gelmektedir).
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden on yıl sonra mimar Rum asıllı Atik
Sinan’a kubbesi Ayasofya’dan daha büyük olan bir cami yapmasını emreder. Mimar
her ne kadar padişahın emrine “Emrin başım üstüne padişahım” diyerek başlasa da
yaptığı cami Fatih’in istediği kadar heybetli olmaz.
Fatih Sultan Mehmet, yeni
yapılan camiyi görünce “Kubbesi Ayasofya’dan daha büyük olsun…” emrine neden
uyulmadığını sorar.
Mimar; büyük bir depremde caminin yıkılacağından korktuğu
için kubbesini Ayasofya’dan daha küçük yapmak zorunda kaldığını ve bu yüzden
sütunları kestirdiğini söyler.
Bunun üzerine sinirlenen padişah bu işi kasıtlı
yaptığını düşündüğü için ve mermerleri ondan habersiz kestirdiği için “Mermer
sütunları kesen ellerin kesilmesi” emrini verir…
Mimar Atik Sinan bunu özellikle
yapmadığını “Hesaplarına göre Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük bir kubbenin,
ilk depremde yıkılacağını” düşündüğünü söyler ama emir büyük yerdendir ve geri
dönüşü yoktur.
Daha sonrasında çevresi tarafından cesaretlendirilir ve Fatih
Sultan Mehmet’i Hızır Bey’e şikâyet eder.
Fatih mahkemeye gelir ve duruşma
başlar; Fatih Sultan Mehmet çok büyük bir insan olabilir ama emrindeki birini
mahkeme etmeden cezalandırmıştır.
Karşı taraf savunmasını yapar, mimar
gerekçelerini açıklar ve kadı kararını verir: Fatih Sultan Mehmet suçlu bulunur
ve kendisi de mimara uyguladığı cezayla yani elleri kesilerek
cezalandırılacaktır. Bunu duyan mimar Atik Sinan kulaklarına inanamaz ve Kadıya
yalvarmaya başlar bunu göz önünde bulunduran Kadı Hızır Bey cezayı para cezası
olarak çevirir ve mimara yüklü miktarda para verilmesine karar verir. Evliya
Çelebi’nin aktardığına göre, karardan sonra Fatih, çıkardığı demir sopayı kadıya
göstererek; “Eğer sen Allah’ın hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkûm
etmeseydin bununla başını paramparça ederdim” der. Kadı Hızır Bey de sakladığı
kamayı çıkararak cevap verir: “Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de
bununla seni delik deşik ederdim” der.
Buradan yola çıkarak Osmanlı adalet sisteminin ne kadar
sistematik olduğunu görebilir ayrıca Osmanlı devletinde kişi ve makam
gözetmeksizin herkesin mahkeme önünde eşit olduğu da gözlenmektedir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın ifadesiyle; “Kılıcın yapamadığını
adalet yapar.”
Kaynakça
Dr. Ahmed Akgündüz -Osmanlı Hukuk Sistemi
Hülya TAŞ -Osmanlı
Kadı Mahkemesindeki “Şühûdü’l-Hâl” Nasıl Değerlendirilebilir?
İsmail Hakkı
Uzunçarşılı-Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara, 1965, s.86
Evliya
Çelebi -Seyahatname
Ulaş Salih ÖZDEMİR -Osmanlıda Kadıların
Görevleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder