Kayılar, 12. yüzyılda İran coğrafyasına, buradan da Anadolu'ya geçerek önce
Selçuklu tebaası olmuş ardından Osmanlı Beyliğinin ve devletinin kurucu
unsurları olmuşlardır
Kayılar, kökenleri itibariyle 24 oğuz boyundan biri olarak varlıklarını
yüzlerce yıldır koruyan güçlü ve önemli bir boydu. Göktürkler ve Karahanlılar
dönemlerinde İç Asya’da varlıklarını devam ettiren Kayılar, 9. Yüzyılda Selçuklu
Devleti bünyesinde ekseriyetle Horasan bölgesinde varlıklarını
sürdürmekteydiler.
Selçuklu tebaası olmayan ancak Selçuklu Devleti hudutları
içerisinde diğer Türk boyları gibi konar/göçer yaşayan Kayılar Anadolu’ya iki
ayrı dönemde iki ayrı kol halinde girdiler.
İlk önemli Kayı kolu Malazgirt
Zaferi ile Anadolu’ya giriş yapmış ve ilerleyen yıllarda güçlenerek Artuklu
beyliğini kurmuşlardı. Horasan ve Merv bölgesinde varlıklarını devam ettiren bir
diğer Kayı kolu ise Moğol baskıları nedeniyle Batıya doğru sürüklenmiş,
Harzemşahlar ile birlikte 12. Yüzyılın sonlarında Anadolu’ya girmişlerdir.
Kayıların sayıca hatırı sayılır büyüklükte bir nüfusa sahip olduğunu
bünyesinden iki büyük beylik çıkarttığından hareketle görebiliyoruz. Ancak
Selçuklu devrinden önce tarih sahnesinde ismine pek rastlanmamaktadır.
Bunun
muhtemel sebebi Kayıların diğer büyük Türk kitleleriyle birlikte hareket etmemiş
olmalarıdır. Gerek Göktürkler devrinde, gerekse Karahanlılar döneminde tarih
kayıtlarına düşmüş ve ulaşabildiğimiz tarih kayıtlarına etki edecek bir siyasi
tezahürün içinde bulunmadıkları düşünülebilir.
Ancak varlıklarını yüzlerce yıl
devam ettirebildiklerini, Anadolu’ya göç ettiklerinde ise takriben 70 bin
çadırlık geniş bir nüfusa sahip olduklarını düşünürsek kendi kaderlerini
kendileri belirlemiş, geçte olsa Türk Tarihindeki yerlerini 12. Yüzyıl
itibariyle almışlardır.
Kayılar, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılma sürecine girmesi ile Anadolu
Beylikleri’nin bağımsız ve kendi başlarına idare edilmeye başlandığı dönemde
Bizans’a karşı elde ettiği başarılar neticesinde güçlenmiş, yaklaşık 40 yıllık
bir sürecin sonunda İmparatorluk haline gelerek Osmanlı Devletinin kurucu
unsurları olmuşlardır.
Osmanlı Devletinin kuruluşu sürecinde baş rolü üstlenen Kayı Boyunun
Anadolu’daki varlıkları Büyük Selçuklu Devleti döneminde Anadolu’ya giren Türk
boyları kadar eski değildir. Kayılar Anadolu’nun Türkleşmesinden yaklaşık 100
yıl sonra Anadolu’ya girmişlerdir.
Kayılar, Moğol saldırılarının etkisiyle İç Asya’dan batıya doğru göç
hareketine girişen Türk boyları ile birlikte Büyük Selçuklu Devletinin hüküm
sürdüğü İran coğrafyasına göç etmişlerdi. Ancak Büyük Selçuklu Devleti 1157’de
yıkılınca İran coğrafyası Abbasilerin tahakkümü altına girmeye başladı.
Büyük
Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra merkezi bir yönetime bağlı olmasalar da
vilayetlerin yönetimi halen Büyük Selçuklu Devleti tarafından görevlendirilmiş
olan valilerinin elinde bulunuyordu. Selçuklu valileri Abbasilerin bölgelerinde
hâkimiyet kurmasını arzu etmiyorlardı.
Aynı şekilde Moğol baskısıyla İç Asya’dan
göç eden göçebe Türk boyları da Müslüman olmalarına rağmen Arap hükümdarlar
tarafından yönetilmek istemiyorlardı. Selçuklu valileri ve göçebe Türk boyları
bu ortak menfaat etrafında buluşarak Abbasi akınlarına karşı ittifak kurdular.
Bu dönemde Kuzey İran coğrafyası Selçuklu ardılları olan Türklere, bölgede uzun
süredir yaşayan göçer Türkmenlere, Kuzey Karadeniz hattında yaşayıp hazar denizi
üzerinden İran’a göç eden Tatarlara ve Moğol baskısıyla İç Asya’dan göç eden
göçebe Türk boylarına ev sahipliği yapıyordu.
Selçuklu valileri Türkmenleri,
Tatarları ve göçebe Türklerin en güçlü unsurlarından olan Kayıları ikna ederek
Abbasi akınlarına karşı bir ittifak oluşturdular ve bulundukları bölgeyi
(Horasan/Merv kentleri) Abbasi akınlarından korudular. Bu başarıda en büyük paya
sahip olan Kayılar hem Büyük Selçuklu Devleti sonrası İran coğrafyasında başsız
kalmış olan Türkmenlerin bağlılığını kazandı hem de büyük bir nüfuz kazanarak
bölgedeki Türk kitlelerin liderliğini üstlendi.
Kayılar bu tarihte yaklaşık 20.000 çadırlık kalabalık bir oymaktı. Bölgedeki
Türkmenler ve Tatarlar ise 50.000 çadırdan oluşan çok daha kalabalık bir nüfusa
sahipti. Kendilerinden sayıca az olmalarına rağmen Kayı beyi Süleyman Şah’ın
giriştiği savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar ve Kayıların elde ettiği
başarılar Türkmen ve Tatarları etkiledi.
Yeni ve güçlü bir lider arayan bu Türk
kitleleri Süleyman Şah’a biat ederek Kayı boyuna katıldılar. Kayılar artık
70.000 çadırdan oluşan muazzam bir güç unsuru haline gelmişlerdi. 70 bin
çadırlık bir nüfus yaklaşık 50.000 kişilik bir savaşçı ordusu anlamına
geliyordu.
Oymağın savunması için vazifelendirilen askerler düşünüldüğünde ise
en az 30.000 askerlik bir sefer gücü söz konusu oluyordu ki; bu rakam büyük bir
savaşın kaderini belirleyebilecek bir muharip unsur olmaları için fazlasıyla
yeterlidir.
Kayılar devletsiz ve töresiz kalmış, hem Moğollar hem de Abbasiler tarafından
hedef haline gelmiş İran coğrafyasında varlıklarını devam ettirmek yerine Gaza
etmek ve Anadolu’da kurulmuş ve giderek güçlenmekte olan Anadolu Selçuklu
Devleti’ne yakın olabilmek maksadıyla Anadolu’ya göç etmeye karar verdiler.
Anadolu göçlerindeki ilk durakları Ahlat oldu (1191). Burada çok kısa süre kalan
Kayılar, ardından önce Erzurum’a sonra ise Erzincan’a yerleştiler.
Ahlat,
Erzurum, Erzincan hattı Anadolu Selçuklu Devleti ile Harzemşahlar devleti
arasında sınır hattı durumundaydı. Doğusunda Harzemşahlar Moğol akınlarına karşı
koymaya, Batısında Anadolu Selçuklu Devleti Anadolu’daki hâkimiyetini
güçlendirmeye ve Haçlı seferlerine karşı koymaya çalışıyordu.
Kayılar ne Anadolu
Selçuklularına ne de Harzemşahlara tabi olmadılar ve kendi kaderlerini kendileri
tayin etme gayretine giriştiler. Yaklaşık 30 yıl boyunca Erzurum ve Erzincan’da
yaylayıp kışladılar ancak geçirdikleri onca zamana rağmen umduğunu bulamayan
Süleyman Şah, asıl vatanı olarak gördüğü Türkistan coğrafyasına geri dönmeye
karar verdi.
Genç ve kahraman bir bey olarak ayrıldığı Türkistan’a şimdi
yaşlanmış, ömrünün son demlerini yaşayan bir bey olarak geri dönüyordu.
Kayılar, göçlerini vaktiyle Türkistan’dan göç ettikleri Tebriz - Ahlat
istikameti üzerinden değil güneyden Fırat nehri ve Halep vilayeti güzergahından
gerçekleştirdiler ve Halep vilayeti yakınlarında bulunan Caber kalesi
yakınlarına kadar ilerlediler.
Göç istikametleri gereği Fırat nehrini geçmek
zorunda olan Kayılar, sığ gibi görünen bir boğazdan nehri geçmeye karar
verdiler. Öncü birlikler nehri geçemeyince durumu Süleyman Şah’a bildirdiler.
Süleyman Şah nehri kontrol etmek için atını nehre sürdü ancak at sendeleyince
nehre düştü ve boğularak hayatını kaybetti.
Süleyman Şah, sudan çıkartılarak
Caber kalesi yakınlarında nehir kenarına defnedildi. Bu bölge sonradan Türk
Mezarı olarak anılmıştır. Günümüzde Süleyman Şah türbesi olarak geçen anıt
mezarın bu bölgede bulunması hasebiyle Kayı beyi Süleyman Şah’a ait olduğu
düşünülmektedir.
Süleyman Şah’ın vefatı üzerine Kayı boyunun dirliği bozuldu. Yaklaşık 70.000
çadır büyüklüğünde olan Kayı boyu içerisindeki en kalabalık kitleyi Türkistan’da
Süleyman Şah’a tabi olan Türkmen ve Tatarlar oluşturuyordu. Süleyman Şah’ın
ölümü üzerine bu kitle Kayılardan ayrılarak Şam’a doğru göç ettiler. Günümüzde
Şam Türkmenleri olarak varlıklarını devam ettiren topluluk Kayılardan ayrılan
Türkmen-Tatar kitlelerin ardıllarıdırlar.
Türkmen ve Tatarların ayrılmasından
sonra geriye kalan ve Kayı neslinden olanlar Süleyman Şah’ın 3 büyük oğluna
uydular. Aslında Süleyman Şah’ın 4 oğlu vardı. Yetişkin olan oğulları Sungur
Tigin, Gündoğdu bey, Ertuğrul Bey Kayı boyuna önderlik ettiler. En küçük kardeş
olan Dündar ise henüz çocuk yaşta olduğu için ağabeylerine uymuştur.
Türkmen ve Tatarların ayrılmasından sonra Türkistan’a göç etmekten vaz geçen
Kayılar, geldikleri güzergâhı izleyerek yine Fırat nehri üzerinden Erzurum’a
geri döndüler. Pasin Ovasında bulunan Sürmeli Çukuru mevkiinde kışladılar.
Ancak
bu birliktelikte uzun sürmedi. Süleyman Şah’ın en büyük oğlu olan Sungur Tigin
ve onun bir küçüğü olan Gündoğdu Bey, Süleyman Şah’ın ölümü üzerine yarım kalan
Türkistan göçünü tamamlamaya karar verdiler.
Ertuğrul bey ise Türkistan’a dönmek
yerine Anadolu’da kalıp gaza etmenin daha doğru olacağını düşündü. Bunun üzerine
Kayı boyunun büyük bir bölümü, tigin olması hasebiyle Süleyman Şah’ın en büyük
oğlu Sungur Tigine ve onunla birlikte hareket eden Gündoğdu beye biat ederek
Türkistan’a doğru göç ettiler. Ertuğrul beye ise yalnızca 400 çadır, kardeşi
Dündar ve annesi Hayme Sultan biat ederek Erzurum’da kalmıştır.
Kayılar Türkmenlerin, Tatarların ve Sungur Tigin’e biat edenlerin ayrılmaları
ile küçülerek 70.000 çadırlık bir oymaktan 400 çadırlık bir obaya dönüştü. Artık
kendi kaderlerini tayin edebilecek kadar güçlü değillerdi. Kışlayabilmek için
bir hükümdara tabi olmaları, Gaza edebilmek içinse bir orduya mensup olmaları
gerekiyordu. Zira birkaç yüz kişilik bir askeri güçle ancak başıboş çetelerle ve
yağmacılarla baş edebilirlerdi.
Ertuğrul Bey hem obasını muhafaza edebileceği güvenli bir yurt edinmek hem de
Gaza edebilmek için küçük oğlu Saru Yatı’yı Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı
Alaeddin Keykubat’a elçi olarak gönderdi. Alaeddin Keykubat, Ertuğrul Beyin
talebine müspet yanıt vererek Kayılara Söğüt vilayetini kışlak, Domaniç ve
Ermenibeli dağlarını yaylak olarak tahsis etti. Kayılar artık Selçuklu
Devletinin tebaası olarak yaşayacaklar, Selçuklu ordusu ile gaza edecekler ve
Batı Anadolu’nun bereketli topraklarında hayatlarını devam ettireceklerdi.
Kayılar önce Ankara’ya oradan Söğüt’e geçtiler. Söğüt bu tarihten sonra
Kayıların kadim Yurtları haline geldi. Ertuğrul bey, Gazi unvanını aldı ve
ömrünün sonuna dek Söğütte yaşadı. Savaşsız, uzun ve müreffeh bir ömrün ardından
1281 yılında, 90 yaşında vefat etti. Büyük Oğlu Osman bey tarafından inşa edilen
türbesi Söğüt (Bilecik) ilçesinde bulunmaktadır.
Ertuğrul Gazi’nin vefatından sonra Kayıların başına büyük oğlu Osman Bey
geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder