Devlet Yönetimi
Padişah
Osmanlı Devleti'nin yönetimine
Al-i Osman diye adlandırılan Osmanlı ailesi dışında başka bir sülaleden hükümdar
getirilmemiştir. Devletin ve milletin devamı ilkesine uyularak, bir isyan
çıkmasının önüne geçmek amacıyla diğer şehzadeler öldürülürdü. Bu nedenle
yıkılışına kadar, Osmanlı Devleti'nde Roma ve Bizans'ta olduğu gibi bir çok
sülale iş başına geçmemiştir. I. Ahmet Dönemi'nden itibaren, kardeş katli
kaldırılarak, oda hapsi uygulaması başlamıştır. Padişah, törelere göre, bütün
güç ve kudreti elinde bulunduran ve memleketin sahibi sayılırdı. Padişah, şer'i
hukuka aykırı olmamak şartıyla, birtakım hükümler verir, bunlar örf olarak
adlandırılırdı.
Padişahlar aynı zamanda ordunun
başkomutanı idi. XVI. yüzyıla kadar padişahlar, şehzadelikleri döneminde
savaşlara katılır, ülke idaresi ve savaş teknikleri konusunda tecrübe
kazanırlardı. Padişahlar, dini anlamda yetkilere de sahiptiler. Bu yetki Yavuz
Sultan Selim'in, Mısır'ı alması ile Halife-i Müslimin, yani Müslümanların
halifesi sanı ile belirtilmişti.
Padişah çocuklarına, çelebi
veya şehzade denir, şehzadeler, babalarının sağlığında büyük bir sancağa tayin
edilirdi. Buralarda, başlarında da "Lala" denilen devlet adamları olmak üzere,
devlet yönetimi konusunda yetiştirilirlerdi. Her şehzade hükümdar olma hakkına
sahipti. Tahta çıkma konusunda herhangi bir veraset sistemi yoktu. Osman Bey ve
Orhan Bey döneminde padişahlık hakkı hanedanın bütün erkek üyelerine
aitti.
Ancak, I. Murat döneminden
itibaren padişahlık, padişah ve oğullarına bırakılmış, bu durum şehzadeler
arasında zaman zaman taht kavgalarına sebep olmuştu. Fatih Kanunnamesi'nde bu
durum; "şehzadelerin hangisine saltanat nasip olursa onun tahta geçeceği"
şeklinde belirtilmiş, böylece bu kanunname ile kardeş katli yasallaşmıştır. I.
Ahmet dönemi ile birlikte, ekber ve erşad yani en akıllı ve en yaşlı kişinin
tahta geçmesi kuralı getirilerek veraset sistemi belirgin bir duruma
gelmişti.
Osmanlı padişahları Halifelik
yetkilerini ilk defa 1774'te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması'nda Kırım
Müslümanlarını dini açıdan kendilerine bağlıyarak
kullanmışlardır.
Merkez Yönetimi
Saray
XV. yüzyılla birlikte Osmanlı
Devleti giderek gelişmiş ve büyümüş, buna paralel padişahların oturduğu saraylar
da büyümüş ve ihtişamı artmıştı. Bursa'nın başkent olduğu dönemlerde, burada bir
saray yapılmış, ardından Edirne'nin alınması ile buraya da saraylar yapılmaya
başlanmıştı. Fatih'in İstanbul'u fethi ile, önce bugünkü İstanbul
Üniversitesi'nin bulunduğu alana, Saray-ı Amire yani "büyük saray" diye bilinen
bir saray yapılmış, zamanla bu sarayın yetersiz kaldığına inanılarak, yine Fatih
döneminde Topkapı Sarayı'nın yapımına başlanmıştı. Dört tarafı duvarlarla
çevrili olan bu saray,değirmenleriyle, fırını ve bostanıyla, silah depolarıyla,
ahırlarıyla, mescidleriyle adeta bir kasabayı andırmaktaydı. Bu dönemde saray,
padişahın ailelerine ayrılan harem, devşirmelerden ve savaşlarda esir alınıp
yetiştirilen gençler ve gönüllülerden oluşan Enderun ile sarayın dış
hizmetlerine bakanlar için ayrılan Birun olmak üzere üç ana bölümden
oluşurdu.
Birun
Osmanlı Devleti'nin zamanla
gelişip büyümesi sonucu, başlangıçta basit ve sade olan saray teşkilatı yetersiz
kalmış, sınırların hızla büyümesi ile devlet memurlarının sayısı artmıştı. Bu
durum saraya da yansımış, saray görevlilerinin sayıları da artmıştı. Bu durumda
iki terim ortaya çıkmıştı; Enderun ve Birun. Farsça bir kelime olan ve "dış"
analamına gelen Birun, Osmanlı sarayında dış hizmetlere bakan, sarayda yatıp
kalkmak zorunda olmayan padişah hocası, hekimbaşı, cerrahbaşı, hünkar imamı gibi
kişilerin bağlı olduğu kısımdı. Bu insanlara "Birun Halkı" ya da "Dış Halkı"
denirdi. Birun Halkı, Enderun Halkı'na göre daha üst seviyede idi. Birun terimi
Tanzimat'ın ilanı ile kullanılmamaya başlanmıştı.
Enderun
Farsça bir kelime olan Enderun
"iç" anlamına gelir. Enderun ve Enderun'a mensup halk, devşirme denilen
hristiyan çocukları ile savaşlarda esir alınıp yetiştirilen gençler ve
gönüllülerden oluşurdu. Devşirme kanununa göre sekiz ve on sekiz yaşları
arasında toplanan ve daha sonra boy, gösteriş, ahlak ve zeka olarak seçilen bu
bu gençler, önce Edirne Sarayı, Galat Sarayı ve İbrahim Paşa Sarayı gibi
saraylarda Türk-İslam adet ve geleneklerine göre yetiştirilir, ardından
Enderun'daki ihtiyaca göre buraya alınıp, kendilerine birer oda tahsis edilir,
saray adabını öğrendikten sonra, yeteneklerine göre devlet memurluklarına
atanırlardı. Bu odaların en önemlisine Hasoda denirdi. Kısaca Enderun, Osmanlı
Devleti'ne, devlet memuru yetiştiren bir okuldu.
Harem
Arapça'da girilmesi yasak ve
kutsal olan yer anlamına gelen harem, Osmanlı saray yapısında önemli bir yer
tutar. Harem-i Humayun veya Harem Dairesi adı verilen bu kısım da tamamen
padişah kadınlarına ayrılmıştı. Haremde bulunan kadınlar, Harem Ağası denilen,
erkekliği yok edilmiş kişilerin kontrolündeydiler. Hareme alınacak kadınlar
itina ile seçilir, bunlar ya değişik ırklardan seçme güzel kadınlar, ya da
padişaha bazı devlet adamlarının göndermiş olduğu kadınlardan oluşurdu. Bununla
birlikte bir takım cariyeler, yani savaşlarda esir alınan kadınlar da, Harem
Ağası'nın seçimi ile hareme girebilirlerdi.
Harem-i Humayun aynı zamanda
bilinenin aksine, padişahın giyim ve kuşamı dahil tüm özel işlerinin
düzenlendiği bir kurumdu.
İstanbul Yönetimi
İstanbul, Osmanlı Devleti için
kuruluş yıllarından itibaren hem siyasi hem de ticari açıdan önemini korumuştu.
1453 yılında İstanbul'un fethi ile, Osmanlı Devleti'ne başkentlik yapmaya
başlayan şehir, Osmanlı tarihinde "payı taht-ı saltanat", yani "saltanatın
başkenti" olarak anılmıştır.
İstanbul, ülke yönetiminde özel
bir yere sahipti. Bütün merkez teşkilatının bulunduğu İstanbul'a özel
memurluklar vardı. Bunlardan bazıları; İstanbul Ağası, İstanbul Kadısı,
Şehremini idi.
Yeniçeri Ağası'nın bir gmrevi
de İstanbul'un güvenliğini sağlamaktı. İstanbul Kadısı, şehirdeki şer'iyye
mahkemelerinin başında bulunan, yani adalet işleri ile uğraşan kişi idi. Bu
arada şehirde bulunan saray ve hükümete ait binaların onarım ve tamir işlerine
bakan kişiye "Şehremini" denirdi.
Divan-ı Hümayun
Osmanlı Devleti'nde bugünkü
anlamda Bakanlar Kurulu, Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi gibi devlet
kurumlarının görevlerini yerine getiren ve bizzat padişahın başkanlık yaptığı,
birinci derecede devlet işlerinin görüşüldüğü divana Divan-ı Hümayun denir.
Selçuklu, İlhanlı gibi Türk Devletlerinden örnek alarak oluşturulan Divan
Teşkilatı ilk defa Orhan Bey zamanında kurulmuştu. Fatih Sultan Mehmet'e kadar
divana padişahlar başkanlık ederken, Fatih'ten sonra divana sadrazamlar
başkanlık etmeye başlamıştı. Divan, padişah nerde ise orda kurulurdu. Fatih
devrine kadar Divana padişahlar başkanlık ederken, bu tarihten itibaren Vezir-i
Azamlar başkanlık yapmış, padişah divan toplantılarını kafes arkasından
dinlemişti.
Divan toplantılarında, birinci
veya ikinci derecede siyasi, idari, askeri, örfi, şer'i, adli, mali işlerle
birlikte, halkın şikayetleri ve davaları görüşülüp karara bağlanırdı. Divan
hangi din ve mezhepten olursa olsun herkese açıktı. Divan üyelerinin başında,
asli üye olarak kabul edilen; Vezir-i Azam, Vezirler, Kadıaskerler, Defterdarlar
ve Nişancı sayılabilir. Bunlardan başka, Rei'sü'l Küttab, Kaptan-ı Derya,
Yeniçeri Ağası da toplantılara katılırdı. Şeyhülislam Divan üyesi
değildi.
Seyfiyye
Divanda padişaha ait yetkileri
kullanmak üzere görevlendirilen sınıflardan biri olan Seyfiyye (ehl-i Örf),
yürütme gücünü elinde bulunduran sınıftı. Seyfiyye; Sadrazamdan, en alt
rütbedeki kapıkulu ve tımarlı sipahiye kadar uzunan bir sınıftı. Bu sınıfın
Divan-ı Hümayun'daki temsilcileri vezirlerdi.
Sadrazam
Bugünkü anlamda başbakana eş
olan Vezir-i Azam, Osmanlı Devleti'nin başlangıçta sayısı bir olan vezirlerin
giderek sayısının artması üzerine, birinci vezire verilen addır. Vezir-i Azam,
diğer Vezirler ve devlet ileri gelenlerinin başı ve hepsinin en ulusu sayılırdı.
Vezir-i Azam, padişahın da mutlak vekiliydi. Vekilliğin işareti ise padişah
tarafından kendisine verilen mühü, yani Mühr-ü Hümayun idi. Fatih devri ile
birlikte divana başkanlık etmeye başlayan Vezir-i Azamlar, padişah savaşa
gitmediği zamanlarda da ordu komutanı olarak sefere çıkar ve Serdar-ı Ekrem
ünvanı alırdı. Vezir-i Azamlar XVI. yüzyılla birlikte, en büyük vezir anlamına
gelen Sadr-ı Azam diye anılmaya başlanmış, sadrazamların yönetimdeki ağırlığı
XVII. yüzyılla birlikte giderek artmıştı. Bu dönemde sadrazamlar devlet işlerini
kendi saraylarında yönetir olmuş, bu nedenle sadrazam sarayı, "yüksek kapı"
anlamında olan "Bab-ı Ali" denmeye başlanmıştı.
Vezirler
Osmanlı Devleti'nin kuruluş
yıllarında vezir sayısı birdi. Zamanla vezirlerin sayıları artarak, Orhan Bey
döneminde iki, Fatih döneminde dört, Kanuni döneminde yedi olmuştur. Vezir
sayısının çoğalması ile birinci vezire Vezir-i Azam denmiştir. Kaynaklara göre
ilk Vezir-i Azam, Çandarlı Halil Hayrettin Paşa'dır. Vezirler Divan-ı Hümayun'da
Kubbe Altı'nda toplanıp kendilerine verilen görevlerle uğraştıkları için, Kubbe
Veziri veya Kubbenişin diye de adlandırılmışlardır. Divanın doğal üyeleri olan
Vezirler, üç tuğ taşır, maaş yerine kendisine tahsis edilen Has gelirlerinden
faydalanırlardı.
Kaptan-ı Derya
Osmanlı Devleti'nde donanmanın
başında bulunan kişiye Kaptan-ı Derya denirdi. Kaptan-ı Derya, divan üyesi
olmakla birlikte, sadece İstanbul'da olduğu zamanlarda toplantılara katılırdı.
Osmanlı Devleti, kuruluş yıllarında sınırları denizlere ulaşıp, denzi ötesi
fetihlere başlanınca, gemiler yapmak ihtiyacı doğmuş, yapılan gemilerin her
birine de "reis" ünvanı ile birer kaptan atanmıştı. Bu resilerin başındaki
kişiye de "Derya Beyi" denmişti. Donanma büyüdükçe, donanmanın başında bulunan
komutana Kapan-ı Derya denmeye başlanmıştı. Osmanlı Devleti'nde ilk Kaptan-ı
Derya, Orhan Bey zamanında atanmış, bu göreve ilk gelen kişi de Karasioğulları
kökenli, "Karamürsel Paşa" olmuştu. Tanzimat'ın ilanı ile birlikte Kaptan-ı
Derya, Bahriye Nazırı olarak anılmaya başlandı.
Yeniçeri Ağası
Divan üyelerinden biri olan
Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı'nın en üst kademedeki komutanıydı. Yeniçeri
Ağası, hem Yeniçeri Ocağı hem de Acemi Ocağı işlerinden sorumluydu. Ayrıca
İstanbul'un asayişinden de sorumlu olan Yeniçeri Ağası, padişahın Cuma
Selamlığı'na çıkışında, emrindeki Yeniçeriler ile namaz çıkışında selamlıkta
bulunurlardı. Savaşlarda padişahın koruyucusu ve en yakın askeri olan Yeniçeri
Ağası, Yeniçeri Ocağı'nın komutanı olması ve padiaşhın tahtta kalmasının çoğu
zaman Yeniçerilerin elinde olması nedeniyle, padişahın bir numaralı adamı idi.
1826 yılında Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması ile Yeniçeri Ağalığı da tarihe
karışmıştır.
İlmiyye
Divanda padişaha ait yetkileri
kullanmak üzere görevlendirilen diğer bir sınıftı. Ehl-i Şer olarak da bilinen
İlmiyye sınıfı, medrese eğitimi almış alimlerden oluşurdu. Bu sınıfın devlet
içindeki görevleri; tedris (bilgi aktarma), kaza (İslam hukukuna göre hüküm
verme) ve ifta (yapılan işlerin şeriata uygun olup olmadığını kontrol etme) idi.
İlmiyye sınıfının Divan-ı Hümayun'daki temsilcisi Şeyhülislam yani
müftüydü.
Şeyhülislam
Şeyhülislam; kendisine sorulan
genel veya özel konulardaki şeriata veya hukuka ait noktalara, Hanefi Mezhebi'ne
göre cevap veren kişiydi. Verdiği bu cevaba da "feta" denirdi. Şeyhülislam'ın
ilk defa ne zaman görevlendirildiği bilinmemektedir. Bazı kaynaklara göre
şeyhülislam veya müftü tabiri ilk defa II. Murat zamanında kullanılmaya
başlanmıştır. Yine kaynaklarda geçen ilk şeyhülislam, II. Murat dönemindeki
Molla Şemseddin Fenari'dir. Osmanlı Devleti'nde, 1920'de bu göreve getirilen son
Şeyhülislam, Medeni Mehmet Nuri Efendi'ye kadar toplam 129 kişi bu makama
geçmiştir. Osmanlı tarihinde birçok Şeyhülislamın padişaha ters düştüğü veya ona
sert söz söylediği görülmüştür.
Örneğin, Şeyhülislam Zenbilli
Ali Efendi, kendisine görüşme teklif eden II. Bayezit'in teklifini reddetmişti.
XVIII. yüzyıl ile birlikte bir ülkeye savaş ilan edilip edilmemesi
Şeyhülislam'ın fetvasına göre belli olmaya başlamıştı. Önceleri Divan üyesi
olmayan Şeyhülislamlar, XVI. yüzyıl ile birlikte Divan'a katılmaya başlamışlar,
protokolde Kazaskerlerden sonra gelmişlerdi.
Kazasker
Kaynaklara göre, Osmanlı
Devleti'nde, 1362'de I. Murat zamanında kurulan Kazaskerlik makamı, ilk defa
Abbasiler döneminde görülmüştür. Anadolu Selçuklu Devleti'nde de benzer bir
makam göze çarpar. Yine kaynaklara göre Osmanlı Devleti'nde Kazaskerlik makamına
ilk kez Bursa kadısı Çandarlı Kara Halil getirilmiştir. Kazasker'in anlamı;
asker kadısı, ordu kadısıdır. 1480'e kadar Kazasker sayısı birken, bu tarihden
itibaren Anadolu ve Rumeli Kazaskeri olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Rumeli
Kazaskeri, derece ve rütbe olarak Anadolu Kazaskerinden daha üstündü. Bu arada
Kazasker, rütbe ve protokol bakımından vezirlerden hemen sonra gelirdi. Divan
üyelerinden olan Kazasker, Divan'da büyük davalara bakarlardı.
Kazasker aynı zamanda, padişah
sefere çıktığında onunla birlikte sefere çıkmaya
mecburdurlar.
İlmiye sınıfından olan
Kazasker, XIX. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti'nin en önemli
memurlarındandı.
Kalemiyye
Ehl-i Kalem olarak da
adlandırılan bu sınıf, Osmanlı Devleti'nin idari ve mali bürokrasisini
oluşturur. Kalemiyye sınıfının Divan-ı Hümayun'daki temsilcisi Reis-ül
Küttap'tır.
Nişancı
Türklerde hükğmdar ferman ve
beratlarına "nişan", bu işle sorumlu kişiye de Nişancı denirdi. Divan-ı Hümayun
üyelerinden olan Nişancı, derece ve protokole göre vezirlerden sonra gelirdi.
Osmanlı Devleti'nde ilk Nişancı'nın ne zaman görevlendirildiği bilinmemektedir.
İlmiyye sınıfından seçilen Nişancı, birinci dereceden memur sınıfına girerdi.
Nişancı'nın asıl görevi, padişah adına yazılan fermanlara, beratlara ve
namelere, padiaşhın imzası demek olan tuğra çekmekti.
Padişah mektuplarının yazım işi
XVI. yüzyılla birlikte Reis'ül Küttablar'a devredilince, Nişancılar sadece tuğra
çekmekle görevlendirilmişlerdi. Nişancının bir başka görevi de Tahrir
Defterleri'ni düzenlemek, yani fethedilen toprakları Has, Zeamet ve Tımar olmak
üzere gelirlerine göre ayırarak defterlere kaydedip, bu toprakların dağıtımını
yapmaktı.
Reis-ül Küttap
Katiplerin reisi anlamına gelen
Reis-ül Küttap, XVII. yüzyıla kadar, Divan-ı Hümayun Katipleri'nin şefi
pozisyonunda olmasına rağmen, Divan'ın asıl üyesi değildi. Bu dönemde Nişancı'ya
bağlı bir memur olarak çalışırlardı. XVI. yüzyılda Divan üyesi olarak kabul
edilmiş ve dış işlerinden sorumlu hale gelmişlerdi. Reis-ül Küttap'ın görevleri
kanunnamelerde şu şekilde tanımlanmıştı; Padişah tarafından verilen hüküm ve
kararları düzeltmek ve tamamlamak, fermana uygun olarak emirler yazmak ve
padişah ve Vezir-i Azam'a gelen mektupları tercüme ederek cevap yazmak
idi.
Defterdar
Osmanlı Devleti'nde mali
işlerin başında bulunan, bugünkü anlamda Maliye Bakanı görevini yerine getiren
kişiye Defterdar denirdi. Kaynaklara göre Osmanlı Devleti'nde ilk Defterdar, I.
Murat'ın son zamanlarında veya I. Bayezit'ın ilk yıllarında göreve
getirilmiştir. Diğer devlet memurluklarında da olduğu gibi, Osmanlı Devleti'nin
büyümesine paralel olarak, başlangıçta bir olan Defterdar sayısı, Fatih devrinde
Anadolu ve Rumeli Defterdatı olmak üzere ikiye
çıkarılmıştı.
Divandaki yerleri
Kazaskerler'den sonra gelen Defterdarlar, devletin gelir ve giderlerini yani
bütçesini hazırlarlardı.
Taşra Yönetimi
Taşra yönetiminin temeli tımar
sistemi denilen, bir kısım asker ve devlet görevlilerine belli bölgelerde vergi
kaynaklarının tahsis edilmesi, ve buna karşılık onlardan devlet için hizmet
beklenmesi sistemine dayanırdı. Tımar sistemi sayesinde devlet, hem tahsis
ettiği, miktarı belirlenmiş vergileri toplamak gibi ikinci bir iş yapmıyor, hem
de çağrıldığında askere gelecek hazır bir kuvvet oluşturuyordu. Taşra Teşkilatı,
küçükten büyüğe; köy (karye), nahiye, kaza, sancak (liva) ve eyaletlerden
oluşmakta idi. Nahiyelerin köylerle birleşmesinden kazalar, kazaların
birleşmesinden sancaklar, sancakların birleşmesi ile de eyaletler ortaya
çıkmıştı. Bunlar arasında en fazla toprağa sahip birim kazalar ve sancaklardı.
Kzalarda yönetici olarak, kadı, alaybeyi ve subaşı bulunurdu. Kadılar adli
işlere, subaşılar ise asayişle ilgili işlere bakarlardı.
Sancakları ise Sancak Beyi
denen kişi yönetir, bu kişi askeri ve idari işlerin tümünden sorumlu olurdu.
Sancakların birlşemesi ile oluşan eyaletlerde ise başta Beylerbeyi denilen
yönetici birisi bulunurdu.
Beylerbeyi bulunduğu bölgede,
padişahın temsilcisi olarak bütün yönetimden sorumlu idi. Bunlar Anadolu ve
Rumeli Beylerbeyi olarak ikiye ayrılmıştı.
Özel Yönetimli (Saliyaneli)
Eyaletler
Tımar sisteminde, devlet
tarafından tahsis edilmiş ve miktarı belirlenmiş olan vergiye dirlik denirdi.
Saliyaneli eyaletlerde tımar sistemi uygulanmadığı için, buralardan yıllık vergi
alınır, bu vergiye de yıllık anlamına gelen "saliyane" denirdi. İl kez Kanuni
Sultan Süleyman zamanında oluşturulan bu birimlerin toprakları kesinlikle
dirliklere ayrılmaz, yıllık gelirleri, iltizam denilen, verginin peşin olarak
alınması , şeklinde toplanırdı. Bu vergileri toplayan kişilere de "mültezim"
denirdi. Saliyaneli eyaletlerin başında; Trablusgarp, Tunus, Cezayir, Mısır,
Bağdat, Basra, Yemen ve Habeşistan geliyordu.
Merkeze Bağlı (Saliyanesiz)
Eyaletler
Osmanlı Devleti'nde taşra
teşkilatı üç bölümden oluşmuştu. Bunlar; Merkez bağlı Eyaletler, Bağlı Beylik ve
Hükümetler ile Özel yönetimi olan eyaletlerdi.
Tımar sistemi üzerine kurulmuş
Osmanlı taşra teşkilatında, XVI. yüzyılla birlikte sınırların genişlemesi ile,
ülkenin her yanında tımar sistemi uygulanamamış, bazı bölgeler bu uygulamanın
dışında tutulmuştu. Tımar sisteminin uygulandığı eyaletlere, "saliyanesiz",
tımar sisteminin uygulanmadığı yerlerede "saliyaneli" eyalet denirdi. Saliyane,
yıllık demektir. Tımar sisteminin uygulanmadığı eyaletlerden alınan yıllık
vergiye de bu ad verilir. Saliyanesiz eyaletlerin bazıları; Rumeli, Bosna,
Temeşvar, Budin, Eğri, Anadolu, Zülkadinye, Trabzon, Şam, Halep, Raka,
Diyarbakır, Van, Kars ve Kefe idi.
Eyalet
Osmanlı Devleti'nde şimdiki
anlamda "il" olarak bilinen idari birimdi.
Eyaletlerin başındaki
yöneticiye "beylerbeyi" denirdi. Fakat beylerbeyi, bugünkü validen daha fazla
yetkilere sahipti. Eyalet valileri, sadece idari memur olmayıp aynı zamanda
savaş durumunda mahiyetindeki adamları ve askerleri ile savaşa katılırdı.
Eyaletler sancaklara ayrılmıştı.
Sancakların başında da "sancak
beyi" bulunurdu.
Sancak
Osmanlı Devleti'nde idari bir
birim olan sancak, kazaların birleşmesi ile oluşurdu. Sancak, liva olarak da
isimlendirilirdi. Sancakların başında "sancak beyi" yani "mutasarrıf" bulunurdu.
Sancakların bir araya gelmesi ile eyaletler oluşurdu.
Kaza
Osmanlı mülki yapılanmasındaki
kaymakam idaresinde bulunan idari birime verilen addır. Klasik dönemde taşra
yönetiminde önemli bir yer tutan kazalar, kadıların idari yargı fonksiyonunun
azalmasından dolayı XVIII. yüzyılda önemini yitirmiştir.
Nahiye
Osmanlı taşra yönetiminde, en
alt birimdir. Daha çok bir kaç köyden oluşurdu. Günümüzde "bucak" olarak bilinen
bu idari birimin başında "nahiye müdürü" bulunurdu.
Bağlı Beylik ve Hükümetler
Osmanlı Devleti idari
teşkilatında, eyalet teşkilatı dışında kalan ve iç işlerinde serbest ancak
Osmanlı Devleti'nin hakimiyetini kabul etmiş, imtiyazlı, yani özel statülü
beylik ve hükümetler de vardı. Bunların başlıcaları Kırım Hanlığı, Sırbistan,
Eflak, Boğdan, Erdel ve Hicaz Emirliği idi. Bunların kralları veya beyleri kendi
asilzadeleri arasından, Osmanlı Devleti tarafından seçilmekte ve gördükleri
himayeye karşı, Osmanlı Devleti'ne belirli miktarda vergi ve asker göndermek
zorundaydılar. Ancak Kırım Hanlığı ve Hicaz yanş Mekke-i Mükerreme Emirliği bu
statünün dışındaydı. Bu yapılanma ilk kez Fatih Sultan Mehmet zamanında
oluşturulmuştu.
Toprak Yönetimi
Miri Arazi
Bu topraklar her türlü işletim
hakkı devlete ait olan topraklardı. Bu topraklar, topraktan alınan verginin
büyüklüğü ve hizmete göre çeşitli bölümlere ayrılmıştı. Miri toprak üzerinde
yaşayan kişiler, bu toprakların asıl sahibi olmayıp, kiracı
konumundaydılar.
Osmanlı Devleti'nde Miri
toprağın kullanım şekli şu şekilde idi : Tımar sisteminde; bir kısım asker ve ya
devlet görevlilerine belirli bölgelerde vergi kaynakları tahsis edilir, karşılık
olarak da onlardan devlet görevlilerine belirli bölgelerde vergi kaynakları
tahsis edilir, karşılık olarak da onlardan devlet için bir takım hizmetler
beklenirdi. Miri Arazi de de; Osmanlı Devleti, bir toprağı fethettiğinde, ki bu
toprağın hıristiyan toprağı veya Müslüman toprağı olması önemli değildi, toprak
boş bırakılmayıp ekilmek şartıyla eski sahiplerine verilir, bu topraklarda
ziraat yoluyla elde edilne vergiler, direkt devlete değil de, o yerin geliri
hizmet karşılığı kime verilmişse ona verilirdi.
Toprağı boş bırakan, yani
üretim yapmayan köylüden "çift bozan" vergisi alınır, eğer köylü toprağı üç yıl
işlemeden bırakırsa, toprak elinden alınırdı. Miri toprakların en önemli
bölümünü savaşlarda yararlılık gösteren kişilere verilen Zeamet ve tımarlar
oluştururdu. Dirlik ismi verilen ve Osmanlı toprak yönetiminde genel adıyla
tımar olarak bilinen bu topraklar, gelir açısından çoktan aza doğru; Has, Zeamet
ve Tımar olarak sıralanırdı.
Ocaklık
Ocaklık arazi, Geliri kale
koruyucualrı ve tersane giderleri için ayrılan
topraklardı.
Dirlik
Dirlik; terim olarak, tımar
sistemi ile devletin bazı hizmetler karşılığında, bir takım asker ve memurlara
verdiği miktarı belirli gelir kaynaklarının genel adıdır.
Dirlik sistemi ile devlet, daha
çok ürün olarak alınan vergileri toplayıp hazineye aktarmak gibi bir yükten
kurtuluyor, bu işi vergileri kaynağından toplayabilecek görevlilere bırakıyordu.
Bu görevliler hem kendilerine vergileri bırakılmış dirlik alanını yönetiyor, hem
de çağrıldığı anda beslediği askerlerle savaşlara katılabiliyordu. Miri arazinin
en önemli bölümünü oluşturan bu dirlik sistemi ile devlet ordusunun büyük bir
bölümünü oluşturan atlı eyalet askerlerini meydana getiriyordu. Dirlik arazide
toprak dirlik sahibinin mülkü değildi, yani Miri arazinin, devlete ait arazi
olmasından dolayı, bu toprakların asıl sahibi devlettir. Dirlik sahibi, torağın
sahibi değildi ama dirlik bölgesini koruma, kollama ve gözetme hakkına sahipti.
Bu yönetim hakkını hiçbir zaman keyfi olarak kullanamaz, kadı denetiminde
dirliğini yönetirdi.
Has
Has ; yıllık geliri 100 bin
akçe ve üzerinde olan topraklara verilen isimdi. Haslar genelde, birinci
derecedeki , padişah, vezirler, beylerbeyi, sancak beyi gibi devlet memurları
ile hanedan üyelerine verilirdi. Padişah hasları dışındaki devlet memurlarına
verilen haslar, bu kişilerin görevde bulundukları sürece kendilerine ait olur,
görevden ayrılmaları veya ölmeleri halinde bu şahıslar dirliklerini
kaybederlerdi. Devlet memurları içinde yıllık geliri en fazla olan Vezir-i Azam
hassıdı. Has olarak ayrılan toprakların yönetimine bizzat padişah veya birinci
derece devlet memurları karışmaz, onun yerine voyvoda denilen kişiler yönetirdi.
Ancak bu toprakların öşür ve diğer vergileri has sahibine ait olur, bölgede
yaşayan köylü üretim yapmazsa toprak elinden alınarak bir başkasına verilirdi.
Burda önemli olan nokta, Has sahibinin gelirinin her beşbin akçesi için, devlete
cebelu denilen askerlerden bir asker beslemesidir.
Zeamet
Zeamet; yıllık geliri 20 bin
akçeden 100 bin akçeye kadar olan dirliklere verilen isimdir. Zeametler genelde,
eyaletlerde bulunan hazine ve tımar deftardarlarına, sancaklardaki alay
beylerine, divan katiplerine, kadılara, subaşılarına kısaca ikinci derece devlet
memurlarına verilirdi. Bu kişiler çok önemli bir suç işlemedikçe Zeametleri
ellerinden alınmazdı. Zaim adı verilen Zeamet sahipları, tıpkı Haslarda olduğu
gibi gelirinin ilk beşbin akçesi hariç, sonraki her beş bin akçe için bir cebelu
beslemek zorunda idi. Zaim öldüğü zaman, Zeamet başka bir kişiye
verilirdi.
Tımar
Dirlik arazinin en önemli
bölümünü oluşturan tımar; yıllık geliri 3.000 ile 20.000 akçe arasında olan
topraklara verilen isimdi. Tımar sistemi, Osmanlı Devleti'nde hem askeri gücü,
hem de ekonomik ve sosyal yapıyı doğrudan etkilemişti. Şöyle ki devlet, tımar
sistemi ile bir kısım asker ve devlet görevlilerine belli bölgelerdeki gelir
kaynaklarını verir, buna karşılık, bu insanlardan devlet için hizmet beklerdi.
Bu gelir kaynaklarına da dirlik denirdi.
Tımar sistemi, yapı olarak,
Dört Halife Devri'ndeki, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve İlhanlılardaki ikta
sistemine benzemekte idi. Osmanlı Devleti'nde tımarla ilgili ilk kayda I. Murat
devrinde rastlanmaktadır.
Tımar sisteminin uygulanış
bakımından Avrupa'daki feodal sistemin aynısı olduğu iddia edilse de,
araalarında önemli farklar vardır. Birincisi, Feodal derebeyleri, toprağın
gelirini almakla kalmaz, toprak üzerindeki her şeyin sahibi sayılırlardı.
Feodallerin toprağı istedikleri gibi kullanım hakları vardı. Kralın bunları
azletme yetkisi yoktu. Halbuki, tımar sahipleri, tamamen merkezi idareye bağlı
olmakla beraber, toprak üzerinde bir kiracı durumunda idiler. Toprakları her an
ellerinden alınabildiği gibi, yetkileri kanunlarla sınırlı idi. Yani, Sahib-i
Arz denilen tımar sahipleri, ellerindeki arazinin değil, bu topraklardan elde
edilen üründen devlet adına topladığı verginin sahibiydiler. Bunu da belli
sorumluluklar ve yükümlülükler karşılığında yaparlardı. Tımar sahibi, kanunlara
aykırı hareket ederse elindeki toprak alınırdı. Ayrıca bu topraklarda yaşayan
köylüler, feodalizmde olduğu gibi köle değildi.
Tımar sahipleri, elinde
bulundurduğu tımarın gelirine göre savaşa asker götürmekle yükümlü idi. Örneğin,
9.000 akçelik geliri olan tımar sahibi ilk 3.000 akçeyi kendisine ayırır, kalan
6.000 akçeyle de iki cebelu beslerdi. Tımarlar, tımar sahiplerinin görevlerine
göre isimlendirilirdi.
Bunlardan ilki olan Hizmet
Tımarı, bazı cami imam ve hatipleri ile saray hizmetlerine verilirdi. Mustahfız
denilen ikinci grup tımar, kale komutanları ve askerlere bulundukları kaleyi
korumaları için verilen tımardı. Üçüncü grup tımar ise Eşkinci Tımarı idi.
Savaşlarda yararlılık gösterenlere verilen bu tımar en çok görülen tımardı.
Tımar sistemi XVI. yüzyıl sonlarına doğru bozulmaya başlamış, tımar dağıtımında,
kanunların aksine, tımar gerekli kişilere verilmeyip, rüşvet yoluyla askerlikle
ilgisi olmayan kişilere verilmeye başlanmış ve giderek eski önemini
kaybetmişti.
Yurtluk
Miri arazi çeşitlerinden olan
Yurtluk arazi, sınır boylarına yerleştirilen Türkmenlere bırakılır, kendisine bu
şekilde bir arazinin geliri verilen kişi, resmen o yerin sahibi sayılmaz,
araziyi satamaz, bağışlayamaz veya vakıf olarak değerlendiremezdi. Tımardan
farkı ise, hizmet karşılığı verilmemesiydi.
Mukata'a
Dört Halife devrinde, Büyük
Selçuklular'da daha sonra Anadolu Selçuklularında ve İlhanlılardaki görülen ikta
sisteminin devamı olan Mukata'a arazi, devlete ait olan toprakların, gelirleri
doğrudan devlet hazinesine aktarılarak kiraya verildiği topraklardı. Bu
toprakların gelirleri iltizam yoluyla toplanırdı.
Vakıf Arazi
Vakıf Arazi ; gelirleri ya cami
gibi dini kuruluşlara, ya medrese gibi eğitim kuruluşlarına ve ya köprü, hastane
gibi sosyal kurumlara aktarılan topraklardı. Bu topraktan sorumlu kişi, toprak
hangi vakfa bağışlanmışsa vergisini o vakfın harcamaları için kullanılmak üzere
vakfa öderdi.
Mulki Arazi
Arazi-i Memlüke de denilen mülk
arazi, işletim hakkı tamamen sahiplerine ait olan topraklardır. Kişilere özel
diğer bütün mallar gibi, mülk arazi de sahipleri tarafından miras bırakılabilir,
satılabilir, hibe edilebilir, rehin bırakılabilir veya vakıf araziye
çevrilebilirdi. Mülk arazi toprakları Öşri Arazi ve Haraci Arazi olmak üzere
ikiye ayrılıyordu.
Öşri Arazi
Arazi-i Öşriyye olarak da
bilinen Öşri Arazi, ya fetihten önce Müslümanların elinde bulunan arazi ya da
fethedildiği zaman Müslümanlara verilmiş olan topraklardı. Bu topraklar
sahiplerinin mülkü olup mülk sahipleri yaptıkları ziraat oranında elde ettikleri
ürünün onda birinden, beşte birine kadar devlete vergi vermekle
yükümlüydüler.
Haraci Arazi
Arazi-i Haraciyye olarak
bilinir. Mülki arazinin bir çeşidi olan Haraci arazi, hristiyan halka ait
topraklardı. Bu topraklar tıpku öşri topraklar gibi, sahiplerinin elde ettikleri
ürünün onda birinden beşte birine kadar toprak vergisi vermekle yükümlü
oldukları topraklardı.
Ordu Yönetimi
Kara Kuvvetleri
Osmanlı Devleti askeri
teşkilatı daha çok, Anadolu Selçuklu Devleti'nin, İlhanlılar ve Memlükluların
askeri teşkilatlarına benzerlik göstermektedir. Kuruluş yıllarında merkeze bağlı
beyler, kendilerine bağlı aşiret kuvvetleri ile merkez emrinde savaşa
katılmışlar, bu birliklerin tamamının atlı olması nedeniyle, sürekli savaşa
hazır bir kara kuvvetine ihtiyaç duymuşlardı. Oluşturulan bu kara ordusunun
atsız askerlerine "yay", atlı askerlere de "müsellem" denmişti. Onlu sistem
denilen ve askerlerin onar ve yüzer kişilik mangalar ve bölüklere ayrıldığı, on
kişilik grupların "onbaşı", yüz kişilik grupların "yüzbaşı", bin kişilik
birliklerin de "binbaşı" denilen subayların emrine verildiği bu ordu teşkilatı,
Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlara katılmıştı. Osmanlı Devleti'nde
kara ordusu temelde üç bölüme ayrılırdı: Kapıkulu Askerleri, Eyalet Askerleri ve
Yardımcı Kuvvetler.
Kapıkulu Askeri
Kapıkulu Piyadeleri
Osmanlı Devleti, Rumeli yönünde
gelişmeye başlayınca sürekli bir orduya ihtiyaç duyulmuştu. Bu amaçla
kullanılmaya başlanan Devşirme sistemi ile savaşlarda esir alınan hristiyan
gençlerden veya Osmanlı egemenliğindeki hristiyan erkek çocuklarından, en gözde
ve en yetenekli olanlar seçilir, bunlar önce Anadolu'da sekiz yıl Türk
köylülerinin yanında Müslüman adet ve gelenekleri ile yetiştirilir, ardından
Acemi Ocağı'na alınırdı. Bu kurum Kapıkulu Ocağı'nın çekirdeğini oluştururdu.
Acemi Ocağı'nda sekiz yıl eğitim alan bu gençler daha sonra Yeniçeri Ocağı'na
kaydedilirlerdi. Kapıkulu Ocağı toplam altı bölümden
oluşurdu.
Bunlar, Yeniçeri Ocağı'na
eleman yetiştiren Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağı, ordunun silah ve cephanesinin
bakım ve onarım işini yapan Cebeciler, ordudaki top kullanımı ve top dökümü ile
görevli Topçu Ocağı, bu topları savaş alanına götürmekle görevli Top Arabacılar,
havan topuna benzer toplar kullanan Humbaracılar, kale kuşatmaları sırasında
düşman surları altına tünel kazarak, surları yıkmakla görevli Lağımcılar ve son
olarak, ordunun savaş sırasında su ihtiyacını karşılayan
Sakalar'dır.
Yeniçeri Ocağı
Osmanlı Devleti'nde bizzat
padişah hizmetine ait yaya kuvvetlerine Yeniçeriler, bunların bağlı olduğu
kuruma da Yeniçeri Ocağı denirdi. Yeniçeri Ocağı'nın temelleri, ilk defa 1362
yılında I. Murat zamanında atılmıştı. Yeniçeriler, padişahın emri altında ve
bizzat ona bağlı oldukları için "kapı kulu" diye de bilinirler. Yeniçeri
Ocağı'nın başında bulunan kişiye Yeniçeri Ağası denirdi. Yeniçeriler, Acemi
Ocağı denilen, Yeniçeri Ocağı'na asker yetiştirmek için kurulmuş ocaktan
yetişirlerdi. Acemi Ocağı'na alınan gençler, ya savaşlarda elde edilen erkek
hristiyan esirler, ya da Osmanlı egemenliğindeki hristiyan halkın erkek
çocuklarıydı. Devşirme sistemi denilen sistemle en gözde ve en yetenekli
çocuklar önce Anadolu'da sekiz yıl Türk köylülerinin yanında Müslüman adet ve
gelenekleri ile yetiştikten sonra Acemi Ocağı'na alınır, burda da sekiz yıl
eğitim alanlar Yeniçeri Ocağına kaydedilirlerdi.
Yeniçeri Ocağı, orta denilen
196 bölükten oluşurdu. Yeniçeriler, askerlik dışında hiç bir işle uğraşmazlardı
ve XVI. yüzyıl başlarına kadar evlenmeleri yasakdı. Yeniçeri Ocağı, XVI. yüzyıl
sonlarına kadar Osmanlı ordusunun en güçlü yaya kuvveti iken, bu tarihten sonra
bozulmaya başlamış, devşirme kanununa aykırı ocağa alımların apılması ile
talimsiz başıboş kimseler ocağa girer olmuştu. Böylece Ocak, devlet adamlarını
tayin ettiren ve görevden alan, padişahları tahttan indiren veya tahta çıkaran
bir kuvvet haline gelmişdi. Zaman zaman ocak için yapılan düzeltme çalışmaları
da bir sonuç vermemiş ve sonunda 15 Haziran 1826 tarihinde II. Mahmut tarafından
kaldırılmıştı. Bu olay Osmanlı tarihinde "Vaka-yı Hayriye" olarak
bilinir.
Acemi Ocağı
Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağı'na
asker yetiştirmek için kurulmuştu. Acemi Ocağı'na alınacak gençler; ya
savaşlarda elde edilen erkek Hristiyan esirlerden, ya da Osmanlı egemenliğindeki
hristiyan halkın erkek çocuklarından seçilirdi. Devşirme sistemi denilen bu
sistemle en gözde ve en yetenekli çocuklar önce Anadolu'da sekiz yıl Türk
köylülerinin yanında Müslüman adet ve gelenekleri ile yetiştikten sonra Acemi
Ocağı'na alınır, burda da sekiz yıl eğitim alanlar Yeniçeri Ocağı'na
kaydedilirlerdi.
Devşirme işinden Yeniçeri Ağası
sorumluydu.
Cebeciler
Cebeci Ocağı, Yeniçerilere ok,
yay, kılıç, tüfek, barut, zırh, tolga gibi savaş aletlerini sağlardı. Cebeciler
denilen bu sınıf, savaş zamanı Yeniçerilere silahlarını dağıtır, savaştan sonra
da toplayarak bozukları tamir ederlerdi. Acemi Ocağı'ndan meydana getirilen bu
sınıfın komutanına Cebeci Başı denirdi.
Topçular
Savaş topu dökmek, top mermisi
yapmak ve top kullanmak için kurulan bu sınıf, Kapıkulu Ocağı'nın piyadeler
denilen yaya kısmına dahildi. Kaynaklara göre, Osmanlı ordusunda ilk top I.
Murat zamanında meydana gelen 1389'da yapılan Kosova Savaşı'nda kullanılmıştı.
Topçu Ocağı, asıl Fatih Sultan
Mehmet zamanında geliştirilmişti. Savaşlarda kullanılan toplar sadece devlet
merkezinde dökülmez, kuşatılan kalenin hemen yanında da
dökülürdü.
Top Arabacılar
Osmanlı Devleti'nin ilk
devirlerinde kullanılan toplar çok basit ve hafif olduğu için deve, katır ve
atlarla nakledilebilirdi. XV. yüzyılla birlikte topçuluğun gelişmesi üzerine,
dökülen büyük topların taşınması amacıyla Top arabacıları Ocağı kuruldu. Bu
ocağa da gerekli eleman Acemi Ocağı'ndan sağlanırdı. Top Arabacıları Ocağı'nın
başında bulunan kişiye "Arabacıbaşı" denirdi.
Humbaracılar
Humbara, Osmanlı ordusunda
kullanılan demirden yuvarlak, içi boş, barut, demir ve kurşun parçaları
doldurulmak suretiyle havan topu olarak kullanılan bir aletti. Humbaracı da bu
aleti kullananlara verilen isimdi. Humbaracıların komutanınan "Humbaracı Başı"
denirdi. Humbaracı Ocağı, Kapıkulu Ocağı'nın piyade sınıfına
mensuptu.
Lağımcılar
Lağım, Osmanlı askeri
terminolojisinde; Kale kuşatmalarında, surlarda gedik açmak ve ya düşman
ordugahına zarar vermek amacıyla açılan tünellere denirdi. Bu işi yapanlara da
"lağımcı" olarak isimlendirilirdi. Lağımcıların bir diğer görevi de; ordu
ağırlıklarının geçirilmesi için, köprü yapmak ve düşamn lağımlarını yok etmekti.
Lağımcıların başında bulunan kişiye "Lağımcı Başı"
denirdi.
Sakalar
Arapça, su taşıyan, su getiren
anlamındaki "sakka" kelimesinden türetilmiş bir sözcük olan Saka, savaşlarda
Yeniçerilerin su ihtiyacını karşılamakla görevli kişilere verilen
isimdi.
Kapıkulu Süvarileri
Kapıkulu Süvarileri; padişaha
yani saraya bağlı atlı birliklerdi. Bütünüyle Yeniçeri Ocağı'ndan terfi
edenlerden oluşturulan bu sınıf, Türk olan tımarlı sipahilerle karıştırılmasın
diye Kapıkulu Süvarileri ismiyle anılmıştı. Bunlara sadece sipah da denirdi.
Kapıkulu Süvarileri, I. Murat zamanında sipah ve silahtar isimleriyle iki bölük
halinde oluşturulmuş, daha sonra bunlara, Sağ ulufeciler ve Sol Ulufeciler ile
Sağ Garipler ve Sol Garipler eklenmişti. Sipah ve Silahtarlar savaş sırasında
padişahın çadırını, Sağ Ulufeciler ve Sol Ulufeciler saltanat sancaklarını, Sağ
Garipler ve Sol Garipler ise ordunun ağırlıkları ile hazineyi korumakla
görevliydiler. Kapıkulu Süvarileri'nin tamamı atlı oldukları için, İstanbul'da
bulunmaz, Edirne ve Bursa'da yaşarlar, savaş öncesinde orduya
katılırlardı.
Ulufeciler
Sağ
Ulufeciler
Sol
Ulufeciler
Garipler
Sağ
Garipler
Sol
Garipler
Tımarlı Sipahiler
Osmanlı Devleti'nin en önemli
askeri kuvveti sayılan Tımarlı Sipahiler, tımar olarak adlandırılan topraktan
aldıkları gelir karşılığı savaş zamanında, kendi hayvanları ve yetiştirdikleri
Cebelu ile savaşa katılan atlı süvari askerlerine verilen isimdi. Yani devlet
köylüden her sene alacağı vergiyi bizzat kendisi almayarak bu vergiyi askeri
hizmet kaşılığı Tımarlı Sipahiye devretmişti. Tımarlı Sipahiler daha çok sınır
boylarında, akıncılık, çapulculuk ve karakol görevlerini yerine getirir, aynı
zamanda savaşlarda piyadelerin korumasını da üstlenirlerdi. Bazı kaynaklara göre
Tımarlı Sipajhiler ilk defa Orhan Gazi zamanında
kullanılmıştı.
Yardımcı Güçler
Öncü birlikler de denilen bu
kuvvetler, genellikle sınır boylarında yaşayan Türklerden oluşmaktaydı. Bunlar
Akıncılar ve Azaplar denilen kuvvetlerdi ki, tamamı atlı birliklerden oluşurdu.
Akıncıların görevi, ordunun geçeceği yerlerin keşfini yapmak, düşman arazisini
tanımak, orduya yolaçmak ve düşmanın gözünü korkutmak, ordunun geçeceği
yerlerdeki tarım ürünlerini korumak ve elde edilen esirlerden düşamın durumunu
öğrenmekti. Mükemmel bir yapıya sahip olan Akıncılar, düşman topraklarına
yaptıkları akınlarda, düşmanın yiyecek, içecek ve cephanesini tahrip ederek,
düşmanın moralini bozarlardı. Osmanlı Devleti'nde en meşhur akıncı komutanları,
Evranosoğlu, Mihaloğlu, Malkoçoğlu idi.
Azaplar ise, Akıncılar'ın
aksine piyade yani yaya birliklerdi. Azap kelime olarak, evli olmayan bekar
anlamına gelmektedir. Anadolu'dan toplanan güçlü ve kuvvetli erkeklerden
oluşturulan bu sınıf, savaş esnasında Yeniçerilerin önünde bulunur ve düşmana
ilkonlar saldırırdı.
Akıncılar
Azaplar
Deniz Kuvvetleri
Osmanlı Devleti, kuruluş
yıllarında gittilkçe genişleyince, donanmaya olan ihtiyaç artmış, bu dönemde
gemi ihtiyacı Karesioğulları Beyliği'nden sağlanmıştı. 1390 yılında Gelibolu'nun
alınması ile ilk tersane burada kurularak, denizcilik yolunda ilk adım
atılmıştı.
Zamanla donanmaya sahip bir
takım Türk beyliklerinin de Osmanlı topraklarına katılması ile yavaş yavaş
ilerde kurulacak olan büyük donanmanın çekirdeği oluşturulmuştur. Osmanlı
donanması özellikler Yıldırım Bayezit zamanında gelişme göstermiş, İstanbul'un
fethi sırasında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan 400 parçalık donanma
ile Osmanlı Devleti'nin o dönemde denizlerdeki rakipleri; Cenevizliler ve
Venediklilerle boy ölçüşebilecek düzeye gelmişti.
Fatih döneminde donanma
güçlenmesine rağmen Venediklilere karşı denizlerde önemli bir başarı
sağlanamamıştı. Osmanlı donanmasının en mükemmel olduğu yıllar Kanuni Sulatn
Süleyman dönemiydi. Bu dönemde, Piri Reis gibi ünlü denizcilerin yanında
Barbaros Hayreddin Paşa, Turgut Reis, Seydi Ali Reis, Oruç Reis gibi kişilerin
Osmanlı Devleti'ne katılması ile donanma Akdeniz'de Avrupa donanmalarından üstün
bir hale gelinmişti. Bu üstünlük 1539'deki Preveze Deniz Savaşı ile
perçinlenmişti. Osmanlı donanması Kanuni döneminin hemen sonra Kıbrıs'ın fethini
takiben, 1571 yılında İnebahtı'da bozguna uğramışsa da, kısa sürede 250 parça
donanmayı denize indirebilmişti. Donanmanın başındaki kişiye Kaptan-ı Derya
denirdi.
Osmanlı Ekonomisi
İlk Osmanlı bütçesi, I. Murat
zamanında Çandarlı Kara Halil Paşa'nın tavsiyesi üzerine
hazırlandı.
Osmanlı DEvleti'nde en önemli
gelir kaynağı halkın ödediği vergilerdi.
Ödenilen vergiye göre halk
re'aya ve askeri olamk üzere iki sınıfa ayrılırdı.
Osmanlı Devleti'nin diğer gelir
kaynakları; gümrük vergisi, avarız vergisi, ganimetlerin beşte biri, savaş
tazminatları, maden, tuzla ve ormanlardan elde edilen gelirler ve ağnam
vergisidir.
Osmanlı Devleti'nin giderleri;
ordu, donanma ve asker maaşları, cülüs bahşişleri, bayındırlık hizmetleri ve
ulemanın maaşlarıydı.
Osmanlı Devleti'nin duraklama
ve gerilemesinde rol oynayan en önemli etken; gelir ve giderlerdeki
dengesizlikti.
Vergiler
Vergiler, şer'i ve örfi
vergiler olmak üzere ikiye ayrılırdı.
Şer'i vergiler, şeriatın yani
İslam hukukunun emrettiği vergilerdi.
Öşür vergisi : Üreticiden
ürünün onda biri oranında ayni olarak, alınan vergidir.
Harac vergisi : Osmanlı
topraklarında yaşayan gayrimüslimlerden, ellerindeki topraklara karşılık alınan
vergidir.
Cizye vergisi : Baş vergisi
tabiriyle, gayrimüslimlerden her haneden yetişkin erkek başına alınan
vergidir.
Zekat : Zengin müslümanlardan
malı oranında alınan vergidir.
Örfi Vergiler
Çift Bozan : Toprağının belirli
bir süre boş bırakan köylüden alınan vergidir.
Çift vergisi : Toprak
sahiplerinden mülkü oranında alınan arazi vergisidir.
Mücerred vergisi : Re'ayanın
yetişkin bekar ve erkeklerinden, tarım yapacak herhangi bir yere sahip
olmadıkları takdirde alınan vergidir.
Bennak vergisi : Mücerred'in
evlenmesi durumunda alınan vergidir.
İspenç : Çift vergisi gibi,
Hristiyanlardan alınan arazi vergisidir.
Osmanlı Devleti'nde Para ve Fiat
Hareketleri
Sikke: Osmanlı
Devleti'nde genel kullanımdaki madeni paraya denir.
Akçe : Gümüş
sikke demektir. Akçe'nin altından olanınaysa sikke-i hasene
denir.
Osmanlı Devleti’nde ilk bakır
akçe Osman Bey zamanında bastırıldı.
Orhan Bey zamanında akçe gümüş
olarak bastırıldı.
Darphane :
Sikke basılan yere verilen addır.
XVIII. Yüzyılda sikke ile
birlikte altın ve kuruş kullanılmaya başlandı.
Abdülmecit zamanında ilk kağıt
para (Kaime) bastırıldı.
1848 yılında yirmi kuruş
değerinde Mecidiye bastırıldı.
Osmanlı Toplumu
Toplumun en üst makamı ve
otorite sahibi padişahtı.
Halk askeri ve reaya olmak
üzere iki ana gruba ayrılırdı.
Askeri : Görevleri gereği vergi
vermeyen, devlet memurları, saray halkı, seyfiyye, ilmiyye kalemiye gibi
gruplardı.
Re'aya : Vergi vermekle
yükümlü, şehirli, köylü ve göçebe halktı.
Seyfiyye : Askeri sınıftı.
Sadrazam, vezir, subaşı, tımarlı sipahi bu sınıftandı.
İlmiyye : İlimle uğraşan sınıf
olup, kadı, imam ve medrese hocası gibi adlar alırlardı.
Kalemiye : Üst seviyedeki
bürokratlara verilen isimdi.
Osmanlı Devleti'nde toplum ırk
esaslarına göre değil, düşünce ve inanç temellerine göre
sınıflandırılmıştı.
Re'aya sınıfının en önemli
kuruluşu esaf teşkilatı olan "Loncalar" dı.
Eğitim ve Öğretim
Eğitim ve öğretim "nakli" ve
"akli" ilimler olmak üzere ikiye ayrılırdı.
Nakli ilimler :
İslam dinine dayanan ve temeli Kur'an-ı Kerim olan, tefsir, hadis, kelam ve
fıkıh gibi bilimler.
Akli bilimler :
Matematik, tıp, kimya, felsefe, tarih ve astronomi gibi
bilimler.
Enderun : İlk defa II. Murat
zamanında kuruldu.
Enderun'a başlangıçta hristiyan
teb'adan devşirme sistemi ile toplanan gençler alınırdı.
Enderun'a daha sonra Müslüman
çocuklarda alındı.
Medrese : Osmanlı Devleti'nde
eğitim ve öğretimin bel kemiğini oluşturan kuruluştur. Osmanlı Devleti'nde ilk
medrese İznik'de Orhan Bey zamanında kuruldu.
Medrese eğitiminin ilk aşaması
Sıbyan (Mahalle) Mektebiydi.
Medreseler, 1924 yılında
çıkartılan bir kanunla kapatıldı.
Sanat
Güzel sanatlar alanında
çinicilik, minyatür, hat, seramik, mimari ve müzik
ilerlemişti.
UYARI : Osmanlı Devleti'nde
resim ve heykel dini açıdan yasaklandığı için bu sanatlar gelişme
göstermemiştir. Bu nedenle mimariye ağırlık verilmiştir. Resim ve heykel
İslamiye öncesi putlara tapınmayı hatırlatabileceği düşüncesiyle
yasaklanmıştı.
Çinicilik Osmanlı Devleti'nin
en ileri olduğu güzel sanat dalıydı.
Osmanlı Devleti'nde resim
yerine minyatür sanatı gelişmiştir.
Hat sanatı da Osmanlı Devleti
ile birlikte zirveye ulaştı.
Osmanlı Devleti'nde mimari
denince de akla Mimar Sinan ve onun eserleri gelir.
XVII. ve
XVIII Yüzyıl Osmanlı Kültür ve Uygarlığındaki Değişmeler
Merkez Teşkilatındaki
Değişmeler
XVI. yüzyılda Osmanlı
Devleti'nde padiah otoritesi ve merkezi yönetim
zayıflamıştı.
Hükümet otoritesinin
zayıflamasından faydalanan bazı kimseler, tımar ve zeametleri kendi
tasarruflarına geçirip, sipahileri dirliksiz bıraktığı için sipahi ordusunun
önemi kaybolmuştu.
Avrupa'da silah teknolojisinin
gelişmesi üzerine, tımarlı sipahiler, savaşlarda yetersiz kaldı, bu nedenle
tüfekli kapıkulu askerlerinin sayısı artırıldı.
Tımarlı sipahiler ikinci
dereceye düştü.
XVII. ve XVIII. yüzyılda
Osmanlı Devleti'nde tımar sistemi çöktü.
Kapıkulu askerlerinin sayısının
artması üzerine devlet bu askerlere ulufe yetiştirmekte zorlandı. Sayısı giderek
artan Kapıkulu askerleri devlete hükmeder hale geldi.
Yönetimde padişah otoritesi
azaldığı için sadrazamlar güçlendi.
XVIII. yüzyıldan itibaren
Divan, Bab-ı Ali (Sadrazam Kapısı) denilen yerde toplanmaya
başladı.
Taşra Teşkilatındaki
Değişmeler
XVII. ve XVIII. yüzyılda taşra
teşkilatında uygulamada bir takım değişiklikler yaşandı.
Tımar sisteminin bozulması ile
taşra teşkilatı önemini kaybetti.
Eyaletler ve sancaklarda,
arpalık usulü denilen bir yolla yüksek dereceli memurlar görevlendirilmeye
başlandı.
Eşraf ve Ayanlar taşra
teşkilatı yönetiminde söz sahibi olmaya başladılar.
Devletin önemli gelir kaynağı
olan tımar sisteminin önemini yitirmesi üzerine, yeni yeni vergi türleri
uygulamaya konulmuş, eski vergiler artırılmıştı.
Toplumdaki Değişmeler
XVI. yüzyılda dünyada yaşanan
nüfus artışı Osmanlı Devleti'nde de görüldü.
1554'ten itibaren dirlikler,
Kapıkulu Askerleri'nin eline geçmeye başladı.
Böylece; bir takım köy
zenginleri ortaya çıktı.
Coğrafi Keşifler ile Avrupa'da
değerli maden birikimi oldu. Avrupa parasının Osmanlı pazarlarına sürülmesi ile
yıpranmış olan Osmanlı ekonomisi iyice sarsıldı.
XVI. ve XVII. yüzyıllarda
Osmanlı Devleti'nde fiyat artışları görüldü.
Anadolu'da yer yer büyük Celali
İsyanları başladı.
Yönetim Kadrosundaki
Değişmeler
Kalemiyye sınıfı diğer askeri
zümrelerin önüne geçti.
ReisülKütaplık sadrazamlığa
giden yol haline geldi.
XVIII. yüzyılda Osmanlı devlet
adamları, devleti çağa uydurmak amacıyla yani reform yapmak amacıyla yabancı
uzmanlardan yararlanmaya başladı.
XVIII. yüzyıl ile birlikte
Osmanlı Devlet yöneticileri devşirme sistemi ile iş başına gelmemeye
başladı.
Ayan ve eşraf, Celali
isyanlarında, kiracı ya da tahsildar olarak tımar sahiplerinin yerini
aldı.
XVII. yüzyıldan itibaren
tımarların iltizama verilemsi ve yeni vergi türlerinin getirilmesi ile ayan ve
eşrafın yönetimdeki gücü arttı.
Ayan ve eşrafların güçlenmesi
ile XVII. ve XVIII. yüzyılda merkezi otoritenin zayıflaması yüzünden devlet, güç
kazanan ayanlarla işbirliği yapmak zorunda kaldı ve ayanların iktidardaki etkisi
arttı.
Ekonomideki Değişmeler
Osmanlı Devleti'nde Kuruluş ve
Yükselme döneminde etkili olan tımar sisteminin XVI. yüzyılda bozulması ile
tarımsal üretim azaldı.
Avrupa'da meydana gelen Sanayi
Devrimi ile üretim arttı ve ürünler ucuzladı. Osmanlı pazarına giren ucuz
mallar, küçük atölyelerin kapanmasına yol açtı.
Kanuni döneminde Fransa'ya
verilen kapitülasyonlar, 1740 yılında daha da genişletildi, bu nedenle iç ve dış
ticaret Avrupalıların eline geçti.
Osmanlı ekonomisinin
bozulmasında, gelir ve gider dengelerinin bozulması, tımar sisteminin önemini
kaybetmesi, miri toprakların mukata'aya çevrilmesi etkili
oldu.
1775'te mukata'aların yıllık
karlarının paylara ayrılarak bu payların satılması demek olan Esham Usülü
uygulanmaya başlandı.
XVIII. yüzyılda tek hazine
uygulaması bırakılarak, İrad-ı Cedit, Tersane, Darphane Hazinesi gibi yeni
hazineler kuruldu.
Kültür Alanındaki Değişmeler
XVIII. yüzyıldan itibaren
Osmanlı kurumları Batı örneklerine göre düzenlenmeye
başlandı.
Değişim, 1718-1730 Lale
Devri'nde iyice arttı.
Lale Devri'nde, Avrupa'ya
gönderilen geçici elçiler sayesinde, Avrupa Uygarlığı hakkında bilgi
toplandı.
Matbaanın kullanılmaya
başlanması ile düşünce hayatında canlılık belirdi.
Edebiyatta, yerli söyleyiş
olgunlaştı, halk anlatımlarına önem verilmeye başlandı.
Eğitim ve Öğretim Alanındaki
Değişmeler
XVI. yüzyılda medreselerde,
pozitif bilimlere ikinci derecede önem verildi.
Din eğitimi ön plana
çıkarıldı.
Mederese ile ilgisi olmayan
kişilere müderrislik ünvanı verilmeye başlandı.
Bu şekilde işbaşına geçen
ulemanın, kendi çocuklarına müderrislik ünvanı vermeye başlaması ile beşik
uleması denilen sınıf ortaya çıktı.
Lale Devri ile matbaa
kullanılmaya başlandı.
1734'te Hendesehane, 1773'te
Mühendishane açıldı.
1773 yılında Mühendishane-i
Bahr-i Hümayun açıldı.
1795'te Mühendishane-i Berr-i
Hümayun'un kuruldu
I. Ahmet Islahatları
Şehzadelerin sebep olduğu
ayaklanmaları önlemek için şehzadelerin sancağa gönderilmesi geleneğini
kaldırdı. "Kafes Hayatı" uygulamasını başlattı.
"Ekber ve erşet" (en yaşlı ve
en olgun) olan haneden üyesinin başa geçmesi kuralını
getirdi.
Kuyucu Murat Paşa Islahatları
I. Ahmet dönemi
sadrazamlarındandır.
Ülkede asayişi yeniden sağlamak
ve Anadolu'da devlet otoritesini kurmak amacıyla askeri yöntemlerle düzeltmeler
yaptı.
Anadolu Celali İsyanları'nı
bastırmada, isyanın nedenlerini aramadan, korku ve şiddet yayarak, düzen
sağlamaya çalıştı.
Celali İsyanları'nı bastrmışsa
da, isyanın nedenlerini ortadan kaldırmadığı için başarılı olamadı ve ölümü
üzerine isyanlar yeniden başladı.
II. Osman Islahatları
Fatih Dönemi'nden beri devam
eden padişahların saray dışından bir kızla evlenmemesi geleneğini yıkarak, saray
dışından evlendi.
1620 yılında yapılan Lehistan
Seferi'nde aksaklıklar gördüğü için Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmak
istedi.
1622 yılında Yeniçeriler,
ulemanın da desteğini alarak isyan çıkardı.
Genç Osman, Yeniçeriler
tarafından Yedikule zindanlarında boğularak öldürüldü.
Kemankeş Mustafa Paşa
Islahatları
Padişah İbrahim döneminde
vezirlik yaptı.
İlleri yeniden kaydettirerek
gelirlerini tespit etti.
Piyasada bulunan ayarı düşük
paraları kaldırarak, sikkenin yeniden değer kazanmasını
sağladı.
Uzun süredir dağıtılmayan
Yeniçeri ulufelerinin dağıtılmasını sağladı.
IV. Murat Islahatları
1623 yılında 11 yaşında padişah
oldu.
Başlangıçta devlet yönetimi
Yeniçeri Ağaları ve valide sultanların elindeydi.
Develet yönetimini eline alan
IV. Murat, şiddete dayalı bir yönetim uyguladı.
Yeniçeri ve sipah ağalarını
ortadan kaldırdı.
İçki ve tütünü yasakladı,
meyhaneleri kapattı, gece sokağa çıkılmasını engelledi.
Yönetim ve askeri yapıdaki
bozulmalarının nedenini anlayabilmek için, Koçi Bey'e bir rapor
hazırlattı.
Tarhuncu Ahmet Paşa
Islahatları
IV. Mehmet dönemi
sadrazamıdır.
Devlet bütçesini
düzeltti.
Bütçe açığının saray
masraflarından kaynaklandığını ortaya çıkararak, ilk defa saray masraflarında
kısıtlamaya gidildi.
Sokullu Mehmet Paşa'dan sonra
denk bütçeyi hazırlayan ikinci kişi oldu.
Köprülüler Dönemi
Köprülü Mehmet Paşa
Islahatları
IV. Mehmet dönemi sadrazamıdır.
Sadrazamlığa şu şartlarla
gelmişti;
- Saray, devlet işlerine
karışmayacak,
-Devlet işleriyle ilgili
alacağı kararlar saray tarafından kabul edilecek,
- Devlet memurları ile ilgili
atamalar ve azletmeler kendi kontrolünde olacak,
- Hakkında şikayet olursa
savunması alınacak, daha sonra karar verilecek.
İlk önce iç işlerini ele alarak
huzur ve asayişi sağladı.
XVII. yüzyıl Osmanlı-Venedik
savaşları sırasında ablukaya alınan Çanakkale Boğazı'nı
kurtardı.
Erdel Beyi Rakoçi ve Abaza
Hasan Paşa isyanlarını bastırdı.
Devlet otoritesini sağlarken
şiddet ve zora başvurdu.
Köprülü Fazıl Ahmet Paşa
Islahatları
IV. Mehmet dönemi sadrazamı ve
Köprülü Mehmet Paşa'nın oğludur.
İlk olarak Erdel yüzünden
Avusturya'ya savaş açtı.
1669 yılında Girit
alındı.
1672 yılında Bucaş Antlaşması
imzalandı.
Osmanlı Devleti'neSokullu
Devri'ni bir ölçüde yaşatan Fazıl Ahmet Paşa da, devlet otoritesini sağlamada
şiddete başvurmadı.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
Islahatları
IV. Mehmet dönemi sadrazamı
Köprülü Mehmet Paşa'nın evlatlığı ve damadıdır.
1683 yılında Viyana'yı kuşattı
fakat bu II. Viyana Kuşatması başarısızlıkla sonuçlandı.
II. Viyana Kuşatması'nda
başarısızlığı görüldüğü için idam edildi.
Bu dönemden sonra Osmanlı
Devleti Gerileme Dönemi'ne girdi.
Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Islahatları
1683 yılında II. Viyana
yenilgisinin ardından Avrupa devletleri ile birleşerek Osmanlı Devleti'ne karşı
harekete geçti.
II. Süleyman dönemi
sadrazamıdır.
Fazıl Mustafa Paşa, yönetim,
askeri ve mali alanda ıslahat yaparak devletin iç işlerini
halletti.
1691 yılında Avusturya üzerine
sefere çıktı fakat sefer sırasında vurularak öldü.
Amcazade Hüseyin Paşa
Islahatları
1697 yılında Osmanlı Devleti
Zenta'da Avusturya'ya yenildi.
II. Süleyman dönemi sadrazamı
ve Köprülü Mehmet Paşa'nın yeğenidir.
1699 yılında imzalanan Karlofça
ve 1700 yılında imzalanan İstanbul Antlaşmaları ile Osmanlı Devleti ilk defa
toprak kaybetti.
Köprülü Sülalesi'nin iş başında
olduğu dönem, Osmanlı Devleti'nin Duraklama içinde Yükselme Dönemi'ni yaşadığı
yıllar oldu.
XVII. Yüzyıl Islahatlarının
Özellikleri
1. Baskı ve şiddet kullanılarak
merkezi otoritenin yeniden sağlanmasına çalışıldı.
2. Devleti gerilemeye götüren
sorunların kökenine inilmediği için başarısız olundu.
3. Avrupa'nın etkisi
görülmedi.
4. Yükselme Dönemi yeniden
canlandırmaya çalışıldı.
5. Islahatlar devlet politikası
haline gelmediği için, ıslahatcıların kişiliğine bağlı kaldı, onların ölümü ile
devlet düzeni eski halini aldı.
İsyanların Genel Nedenleri
1. XVII. yüzyıl ile birlikte
idari, askeri ve mali yapının bozulması
2. Merkez ve taşra yönetiminin
bozulması ile devlet otoritesinin zayıflaması
3. Eyaletlerde yaşanan denetim
güçlüğü
4. Beylerbeyi ve sancak
beylerinin bu yüzyılda yapılan savaşların uzun sürmesi ile yönetmek zorunda
kaldıkları topraklarda bulunması
5. Tımar sisteminin dejenere
olması nedeniyle üretimin azalması, fiyatların artması, dolayısı ile ekonominin
bozulması.
6. Ordu ve memurların
disiplinsizliği yüzünden halkın devlete karşı güveninin
zedelenmesi.
İstanbul İsyanları
Özellikleri
1. XVII. yüzyılda meydan gelen
İstanbul isyanlarının elebaşları Yneiçeriler ve
sipahilerdi.
2. İsyanların çıkmasında bazı
devlet adamları ve saray kadınlarının rolü de vardı.
3. Bazı isyanlar ulema sınıfı
ve halk tarafından da desteklendi.
4. İsyanların temel nedeni,
kapıkulu askerlerine verilen ulufelerin gecikmesi ya da değeri düşük akçe ile
ödenmesi, cülus bahşişinin kimi zaman dağıtılmamasıdır.
5. Ordudaki bozulmanın temel
nedeni Kapıkulu ocaklarına kural dışı asker alınması.
6. İsyancılar zamanla her
isyanda istediklerini elde etmeye başladılar. "Ocak devlet içindir." anlayışının
yerini "Devlet ocak içindir." anlayışı aldı.
Önemli İsyanlar
1589 yılında, III. Murat
zamanında yeniçeri ulufelerinin düşük ayardan ödenmesi üzerine isyan çıktı.
Sarayı basan yeniçeriler defterdarı öldürdüler.
1620 yılında, Hotin seferi
sonunda disiplinsiz davranışlarından rahatsız olduğu için yeniçeri ocağını
kaldırmayı planlayan Genç Osman'a karşı isyan eden yeniçeriler sarayı basıp II.
Osman'ı tahttan indirerek Yedikule Zindanları'nda
boğdular.
IV. Mehmet döneminde,
ulufelerin zamanıda ödenmediğini ve saray adamlarının devlet işlerine karıtığını
öne süre sipahiler isyan ettiler.
Padişahtan sarayda bulunan otuz
devlet adamının idamını istediler. İdam edilen bu kişilerin cesetleri
Sultanahmet Meydanı'nda bir çınara asıldı. 1656 tarihinde meydana gelen bu olay
"Vaka-yı Vakvakiye" olarak bilinir.
Her isyanda istediklerini
yaptıran askerler, önemli bir güç durumuna geldiler.
İstanbul'da huzur ve güvenlik
bozuldu.
Anadolu (Celali) İsyanları
Özellikleri
1. Miri topraklarının iltizama
çevrilmesi sonucu daha önce sipahilerin elindeki dirlik gelirlerinin hazineye
aktarılması.
2. Taşradaki yöneticilerin
halka zulmetmesi ve devlet gelirlerinin artırılması için vergilerin
yükseltilmesi
3. Rüşvetin yaygınlaşması ile
taşra yönetimine alakasız kişilerin atanması
4. Savaşların uzun sürmesi ile
taşrada görevli yöneticilerin görev yerlerine dönememesi
5. Avarız vergisinin
toplanamaması
6. Hakkı yenen devlet adamları
ve işsiz kalan medrese öğrencileri ile leventlerin isyanlara
katılması
Önemli İsyanlar
Karayazıcı İsyanı : Haçova
Savaşı'ndan kaçarak Anadolu'ya gelen Karayazıcı, ortamın elverişli olmasıyal
Urfa dolaylarında isyan etti. İsyanı Sokullu Mehmet Paşa
bastırdı.
Deli Hasan isyanı : XVII.
y.y'da Osmanlı Devleti'nin Avusturya savaşları ile uğraşmasını fırsat bilerek
isyan etti. İsyan bastırıldı.
Canbolatoğlu, Kalenderoğlu ve
TavilAhmet de isyan ettiler fakat isyanları bastırıldı.
1622 yılında Genç Osman'ın
öldürülmesiyle kanını dava eden Erzurum valisi Abaza Mehmet Paşa ve Sivas Valisi
Vardar Ali Paşa isyan etti. Bu isyanlar da bastırıldı.
Anadolu'da çıkan Celali
isyanları, Anadolu'nun yakılıp yıkılmasına sebep oldu.
Ekonomik hayat durgunlaştı,
üretim azaldı, köyden kente göç başladı.
Eyalet İsyanları
Eyalet isyanlarının öncülüğünü,
bu eyaletlerin başındaki hanedena üyeleri, ya da bu beyliklerin başında bulunan
beyler yaptı. Osmanlı Devleti'nden ayrılıp bağımsız olma ve ya yeniçerilerin
halktan keyfi vergiler toplaması nedeniyle isyan ettiler.
XVII. yüzyıl eyalet
isyanlarının en önemlileri; Kırım, Eflak, Boğdan, Erdel gibi bağlı eyaletlerle,
Yemen ve Bağdat gibi Arap eyaletlerinde çıkan isyanlardır.
Bu isyanlar sonunda devletin
eyaletlerdeki etkisi azaldı.
Vergilerin toplanması
imkansızlaştı. İsyanların bastırılmasında şiddet ve kullanılması, eyalet
halkında Osmanlı yönetimine karşı güvensizlik başlamasına neden
oldu.
XVIII. Yüzyıl Islahatlarının Genel Niteliği
XVIII. Yüzyıl ıslahatlarında
Osmanlı Devlet adamları, gerilemenin nedenlerini araştırıp, bunlara çareler
bulma yoluna gitti.
Bu yüzyıl ıslahatları, XVII.
yüzyıl ıslahatlarına göre daha köklü, sonuç bakımından daha
olumludur.
Yapılan ıslahatlarda, ilk defa
neden-sonuç ilişkisi kuruldu.
XVIII. yüzyıl ıslahatarı, daha
öncekilerde olduğu gibi kişilerle sabit kalmayıp devlet politikası haline
getirildi.
Avrupa'nın teknik ve askeri
üstünlüğü kabul edildi.
Yapılan ıslahatlar genelde,
askeri alana yönelikti.
XVII. yüzyılın aksine Batı'daki
gelişmelerden yararlanıldı.
Lale Devri Islahatları
(1718-1730)
Lale Devri; 1718'de imzalanan
Pasarofça Antlaşması ile başlayan ve 1730'da çıkan Patrona Halil İsyanı ile son
bulan dönemin adıdır.
Lale Devri ıslahatlarının en
önemlisi, 1727 yılında Osmanlı Devleti'nde kullanılmaya başlanan matbaadır.
Matbaanın kullanılmaya
başlamasından sonra, Üsküdar'da Dar-üt Tıbat-ül Amire adıyla devlet matbaası
kuruldu.
Çeşitli semtlerde kütüphaneler,
Yalova'da kağıt imalathanesi açıldı.
Avrupa'yı yakından tanımak
amacıyla Avrupa'ya ilk elçiler bu dönemde gönderildi.
Kumaş imalathaneleri
açıldı.
Yeniçeri Ocağı'ndan Tulumbacı
Ocağı adıyla ilk defa bir itfaiye bölüğü kuruldu.
Çiçek aşısı ilk kez
kullanıldı.
Patrona Halil İsyanı
Lale Devri'nde yapılan
ıslahatlar, ulemanın ve yeniçerilerin çıkarlarına ters düşmüştü.
Lale Devri ile birlikte artan
lüks yaşantı, halkın tepkisine yol açmıştı.
Sadrazam Damat İbrahim Paşa,
İran seferine gitmek istememişti.
Patrona Halil ve Muslu Beşe
ismindeki iki Arnavut önderliğindeki bir grup 1730'da isyanı başlattılar.
Vergilerden şikayetçi halk ve
İran Seferi'ne katılmak istemeyen yeniçeriler de isyana
katıldı.
Saraya giden asiler, padişah
III. Ahmet'ten Damat İbrahim Paşa'nın kafasını istediler.
Sadrazam kendilerine teslim
edilince onu idam ettiler.
Asiler, padişah III. Ahmet'i
tahttan indirerek yerine I. Mahmut'u geçirdiler.
Patrona Halil İsyanı ile Lale
Devri sona erdi.
I. Mahmut Dönemi Islahatları
Yabancı uzmanlardan
yararlanarak askeri alanda ıslahatlar yaptı.
Aslen Fransız olan Humabaracı
Ahmet Paşa'nın yardımıyla Osmanlı ordusunun Topçu ve Humbaracı sınıflarında
düzeltme yaptı.
Humbaracı Ahmet Paşa orduyu,
takım, bölük, tabur ve alay gibi birimlere ayırdı.
Subay yetiştirmek amacıyla ilk
defa Kara Mühendishanesi açıldı.
III. Mustafa Dönemi
Islahatları
İlk önce maliyeye düzen verdi.
Lüzumsuz devlet masraflarını keserek hazineyi rahatlattı.
Sadrazam Koca Ragıp Paşa'nın
tavsiyesi üzerine, Topçu Ocağı'nın başına Baron de Tot isminde bir Macar
getirildi.
Baron de Tot, topçu ocağı ve
tophaneyi düzenledi.
Osmanlı ordusunda sürat
topçuları ismiyle yeni bir sınıf oluşturdu.
III. Mustafa, maliyeyi
düzletmek için "Esham-ı Tahvilat" ismiyle borçlanma senetleri
çıkardı.
Deniz Mühendishanesi
açıldı.
I. Abdulhamit Dönemi
Islahatları
Sadrazam Halil Hamid Paşa'nın
yardımları ile orduda ıslahatlar yaptı.
Topçu, humbaracı ve lağımcı
ocaklarında yeni düzenlemeler yapıldı.
Yeniçeri sayımı yapılarak ulufe
sahteciliği önlenmek istendi.
1773 yılında Mühendishane-i
Bahr-i Hümayun açıldı.
III. Selim Dönemi Islahatları
Dönemin ünlü devlet adamlarına
yapılacak ıslahatlar konusunda rapor hazırlattı.
Ordu ve maliye işlerine öncelik
vererek ıslahatlara başladı.
Yeniçeri Ocağı'na el sürmeden
Nizam-ı Cedid Ocağı'nı kurdu.
1795 yılında Mühendishane-i
Berr-i Hümayun açıldı.
Nizam-ı Cedid ordusunun
masraflarını karşılamak amacıyla İrad-ı Cedid hazinesi
oluşturuldu.
Avrupa'ya sürekli elçiler
gönderildi.
Nizam-ı Cedid ıslahatlarına
karşı olanlar, Yeniçerilerin de desteğini alarak, 1807 yılında Kabakçı Mustafa
İsyanı'nı çıkardılar.
Genel Özellikler
XVIII. ve XIX. yüzyıl
ıslahatlarının genelinde 1789 Fransız İhtilali ve onun getirdiği ulusçuluk
akımının izleri görülür.
Sorunların çözümünde Avrupa'ya
yakınlaşmanın gerekli olduğu görüldü.
Osmanlı Devleti'nin Avrupa'ya
yaklaşması ile, Avrupalılar azınlıkları kullanarak Osmanlı Devleti'nin
içişlerine karışma fırsatı buldu.
Sanayi Devrimi sonucunda
hammadde ve pazar ihtiyacı artan bazı Avrupa devletleri kapitülasyonları
kullanarak Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmaya
başaldı.
Alemdar Mustafa Paşa
Islahatları
IV. Mustafa dönemi
sadrazamıdır. Kabakçı İsyanı'ndan sonra İstanbul'a geldi. Kabakçı Mustafa'yı
yakalayarak öldürttü. Saraya giderek III. Selim'i tahta çıkarmak istedi fakat
IV. Mustafa tarafından öldürülen III. Selim'in cesedi ile
karşılaştı.
IV. Mustafa'yı tahttan
indirerek II. Mahmud'u tahta çıkardı.
Ülkedeki bütün ayanları
İstanbul'a toplayıp, Sened-i İttifak'ın imzalanmasını
sağladı.
Nizam-ı Cedid ordusuna benzer
Sekban-ı Cedid ordusunu kurdu.
Sened-i İttifak
II. Mahmut ile ayanlar arasında
imzalanan bu belgeye göre :
a) Ayanlar devlet otoritesini
tanıyacak ve yapılacak ıslahatlara karşı çıkmayacaktır.
b) Buna karşılık ayanlar,
bulundukları yerlerde devlet adına asker ve vergi
toplayabilecekler.
Sened-i İttifak ile ilk defa
devlet, ayanların varlığını tanıdı. Bu durum devletin ayanlara bile söz
geçiremeyecek durumda olduğunu gösterir. İlk defa Osmanlı padişahının yetkileri
sınırlandırıldı.
II. Mahmut Dönemi
Askeri Alandaki Islahatlar
Alemdar Mustafa Paşa'nın
Kabakçı Mustafa'yı ortadan kaldırmasıyla tahta geçti.
Osmanlı padişahları içinde
askeri alanla birlikte diğer alanlarda da geniş boyutlu ıslahat yapan ilk
Osmanlı padişahı oldu.
Alemdar Mustafa Paşa'nın
yardımları ile Sekban-ı Cedid ordusu yeniçerilerden tepki alınca, Eşkinci
Ocağı'nı kurdu.
1826'da Vaka-yi Hayriye olayı
ile Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdı.
Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması
üzerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adında yeni bir ordu
kurdu.
UYARI : II. Mahmut, Osmanlı
Devleti'nde Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmaya cesaret eden ilk Osmanlı padişahı oldu.
II. Mahmut ıslahatları Atatürk devrimlerine en yakın ıslahatlar olarak
bilinmektedir. Atatürk'ün mezun olduğu İstanbul'daki Kara Harp Okulu onun
zamanında yapılmıştır.
Yönetim Alanındaki Islahatlar
Divan-ı Hümayun'u kaldırarak
yerine, Nazırlık sistemi kuruldu.
Sadrazam ve Şeyhülislam'ın
yetkileri sınırlandırıldı.
Müsadere sistemi
kaldırıldı.
Taşra yönetiminde eyalet, liva
ve kaza örgütlenmesine gidilerek, köy ve mahalle muhtarları atandı. Böylece ülke
yönetiminin tek elden yürütülmesi amaçlandı.
Müsadere : Osmanlı Devleti'nde
devlet adamlarının veyaz zengilerin ya eceliyle ölmeleri ya da idam edilmeleri
halinde, sahip oldukları mallara devlet tarafından el konulmasına "müsadere"
denir. İlk defa Fatih Sultan Mehmet zamanında uygulanan bu yöntem, II. Mahmut
tarafından kaldırılmıştır. Müsadere sisteminde kişilerin miras hakkı bulunmazdı.
Sistemin kaldırılması ile miras bırakabilme hakkı doğmuş
oldu.
Hukuk Alanındaki Islahatlar
Meclis-i Vaka-tı Ahkam-ı Adliye
kuruldu.
Dar 'uş Şura-yı Bab-ı ali
oluşturuldu.
Müsadere sistemine son
verildi.
Toplumsal Alandaki Islahatlar
İlk defa askeri amaçlı nüfus
sayımı yapıldı.
İlk defa posta ve karantina
teşkilatları kuruldu.
Sivil kılık kıyafet değişikliği
yapıldı.
Memurlara fes ve pantolon giyme
zorunluluğu getirildi, maaş bağlandı.
İlk resmi gazete olan Takvim-i
Vakayi çıkarıldı.
Padişah resimlerinin devlet
dairelerine asılması geleneği başlatıldı.
Eğitim Alanındaki Islahatlar
İlköğretim, zorunlu hale
getirildi.
Avrupa'ya ilk defa öğrenci
gönderildi.
Yüksek öğrenime öğrenci
yetiştirmek amacıyla Rüştiye ve Mekteb-i Ulum-u Edebiye
açıldı.
Devlet memuru yetiştirmek için
Mekteb-i Harbiye, askeri doktor yetiştirmek için Mekteb-i Tıbbiye
açıldı.
Bando okulu olarak Mızıka-yı
Hümayun açıldı.
Mekteb-i Maarif-i Adliye'nin
açılması ile sarayda bulunan ve devlet memuru yetiştiren Enderun dönemi sona
erdi.
Tanzimat Dönemi Islahatları
Tanzimat Fermanı
Dönemin padişahı Abdülmecid,
Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'dır.
Mustafa Reşit Paşa, memleketi
kurtarmak için Avrupalı devletleri kazanmak gerektiğini, şimdiye kadar
yapılmamış çapta bir ıslahat yapılarak Avrupa kanun ve düzeninin kabul edilmesi
gerektiğini düşünüyordu.
Abdülmecid, Mustafa Reşit
Paşa'yı bu işle görevlendirdi.
Mustafa Reşit Paşa, Tanzimat-ı
Hayriye Fermanı adıyla yapılacak işleri sıralayan bir Ferman
hazırladı.
Ferman, 3 Kasım 1839'da Topkapı
Sarayı'nın Gülhane Bahçesi'nde okundu.
Tanzimat Fermanı olarak bilinen
bu fermanın yayınlanmasından, 1876 yılında ilan edilen I. Meşrutiyet'e kadar
uzanan döneme Tanzimat Dönemi denir.
Tanzimat Fermanı'nın maddeleri
:
1. Osmanlı tab'asının din, dil,
milliyet farkı gözetilmeksizin can, mal, namus güvenliği
sağlanacaktır.
2. Herkesten gelirine göre
vergi alınacaktır.
3. Askerlik işleri düzene
konulacaktır.
4. İnsanlar mahkeme edilmeden
idam cezasına çarptırılamayacaktır.
5. Padişah'ın gücününde
üzerinde kanun gücü kabul edilecektir.
6. Rüşvet ve iltimas
yasaklanacaktır.
7. Müsadere sistemi
kaldırılacak insanlar mal, mülk, sahibi olabilecektir.
Özellikleri :
1. Osmanlı padişahının
yetkileri sınırlandırılmıştır.
2. İnsan hakları alanında
önemli bir adım atılmış ve Osmanlı toplumuna ilk defa eşitlik
getirilmiştir.
3. İngiltere'de yayınlanan
(1215) Magna Carta belgesiyle benzerlik göstermektedir.
4. Bu fermanla birlikte
askerlik, eğitim, yönetim, ekonomi ve hukuk alanında yenilikler yapılmış en çok
da hukuk üzerinde durulmuştur.
Islahat Fermanı
Tanzimat Fermanı ile
beklediklerini bulamayan Avrupa ülkeleri, Osmanlı Devleti'nin iç işlerine
karışmaya başladı. Osmanlı Devleti, 1856 yılında katılacağı Paris Antlaşması'nda
Avrupalı devletlerinin herhangi bir sorun çıkarmaması için Islahat Fermanı'nı
ilan etti.
Islahat Fermanı, Tanzimat
Fermanı'nı tamamlayan bir fermandı.
Islahat Fermanı'ndaki asıl amaç
Tanzimat Fermanı'nın eksiklerini gidermek ve Osmanlı Devleti'ni çöküşten
kurtarmaktı.
Islahat Fermanı'nın Maddeleri
:
1. Gayrimüslimler din ve
mezheplerinde serbest olacaklardı.
2. Gayrimüslimler okul, kilise,
hastane yaptırabilecek ve onartabilecekti.
3. Gayrimüslimler bedelli
askerlik yapabilecekti.
4. Mahkemeler açık yapılacak,
gayrimüslimler kendi dinlerinde yemin edebilecek ve bir Müslümanın şahitliğine
karşı bir gayrimüslimin şahitliği denk kabul edilecekti.
5. Gayrimüslimler devlet memuru
olabilecekti.
6. Gayrimüslimler il genel
meclislerine üye olabilecekti.
7. Gayrimüslimler vergisini
ödedikleri taktirde mal mülk edinebileceklerdi.
8. Şirket ve banka kurma
hakları getirilmişti.
Yönetim Alanındaki Islahatlar
Padişah yetkileri yasalar ile
sınırlandırıldı.
İl yönetimleri düzenlenerek,
valilere yardımcı olmak üzere il genel meclisleri
oluşturuldu.
Belediye örgütleri
kuruldu.
Askeri Alandaki Islahatlar
Askerlik görevi vatan görevi
haline getirildi.
Cizye vergisini toplama yetkisi
önce patrikhaneye bırakıldı, ardından bu vergi tamamen
kaldırıldı.
Azınlıkların askere alınması
konusunda, Bedel-i Nakdi uygulaması getirildi.
Ekonomi Alanındaki Islahatlar
Azınlıklara banka kurma, mülk
sahibi olma, devlet memuru olam, şirket açma gibi haklar
verildi.
Vergilerin toplanmasında
herkesin gelirini dikkate almak gerektiği kararlaştırıldı.
Müsadere sistemi
kaldırıldı.
Maliye bakanlığı, Ticaret
Mahkemeleri ve Adli Mahkemeler gibi kurumlar açıldı.
İlk kağıt para
basıldı.
İlk defa dış borç bu dönemde
İngiltere'den 1854 yılında alındı.
Eğitim Alanındaki Islahatlar
İlk kez kız öğrenciler için
sanat ve öğretmen okulları açıldı.
Darü'l Fünun, Darü'l Muallimin,
Darü'l Muallimat, Mekteb-i Sultani ve Mekteb-i Mülkiye
açıldı.
Batı dillerinden çeviriler
yapıldı.
İlk özel gazete olan Tercüman-ı
Ahval çıkartıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder